MENÜ
Erzurum 17°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Kum, kuma, kumkuma
Metin Boşnak
YAZARLAR
24 Ağustos 2013 Cumartesi

Kum, kuma, kumkuma

Kumun hammadde teşkil ettiği mamuller pek çoktur…

Silikon, hafıza, cam, ayna…

 

Ülkemiz insanının kumla irtibatı ise, farklılık arz eden şekillerde tezahür etmektedir.  Mustarip insanlar kafalarını gömmek suretiyle, kumun çok özel bir istihdam alanını keşfetmiş, tam kapasite kullanım hikmeti geliştirmiştir. Istırabın kaynağı olanlar, aynı kumdan kendilerine inşa ettikleri feodal şatoları hiçbir şekil ve surette yıkılmayacak piramitler yerine koymaktadır. Her ikisinin birleştiği yer ise, birinin kumun altını diğerlerinin ise kumdan yaptıkları kudret abidelerini sığınak olarak kullanmalarıdır. Yine kumun ana madde olarak kullanıldığı bir başka unsur vardır ki, o da her bir tanesi bu ülke insanına tekabül eden sabır zerreleridir ve bu zerreler fanusun üstünden alta doğru aktıkça bir tükenişin eli kulağında olduğunu ifade eden sembolik anlamlar kazanmaktadır…

 

Burada suyun geleneksel olarak zaman için eğretileme olarak kullanıldığını da hatırlayacak olursak, kum saati paralelinde kıyıları döven ve gitgide kabaran okyanus dalgalarının, hem başını kuma gömen hem de feodal şatolarını ebed müddet sanan, gülücüklerle bezenmiş suratlarını zulmün karanlık ve şiddetiyle ters orantılı olarak teşhir eden insanları alıp götürecektir.

 

Her cezirin bir meddi vardır; Her inişin bir yokuşu, her tatlı rüyanın bir karabasanı. Hepsini çerçeveleyecek olan ise hakikattir.  Ve o hakikat kabaran okyanus sularıdır.  Ve günü gelince bazen de günübirlik olarak hem buharlaşır yağmur olur, toprağı döver yukardan hem de kayalarla birlikte kumları...

 

O kayalar ki kum olur rüzgârla suyla, o kumlar ki toprak olur ve o toprak ki insanın özüdür ve o öz Allah’ın halifesidir yeryüzünde. O öz ki içindeki cevheri yakaladığı anda, özündeki toprakta münbit meyveler bitirir? Şeytanın seyisleri mi,  Rahman’ın halifesi midir zillete mahkum olan? Yusuf’mudur zelîl olan, Firavun mu? Yusuf’un hangi zindanı onu Yusuf’luktan çıkardı? O zindan ki, bir medreseydi Yusuf’a.  Hüsufun ve küsufun zulmete gark edemediği bir medrese. Bir medrese ki gözünü açtı, gönlünü açtı karanlıklardan aydınlığa.  Ampüllerin aydınlığı sabaha kadardır… 

 

Ve Firavun bir semboldür zamanlar ve mekânlarla sınırlı, ama Musa’nın olmadığı zaman ve mekânların hacıyatmazıdır. O Musa’ ki Firavun’un sarayında büyüdü, o saray ki bebekliğinde nehri tanıyan Musa’nın kundağıyla baş edemedi.  O nehir ki, aktıkça kayaları kuma çevirdi ve sürüklerken onları denize, sarayın temellerini de çürüttü.  Kin’in kinini olan su…

 

Dillerin kuruduğu, çarelerin tükendiği anda bir ufak darbeyle fışkıran zemzemdir su.  Bir asa darbesiyle karaya dönüşen su…  Ve o su,  kendi beslediği ağacın ateşiyle kaynayarak buhar olur ve yok olur.  Yok olur ve var edilir yoktan.  Yeter ki özünü bilsin insan, O’nun özünde kararmış.  Kararmış semalar da güneşi aramak mı haldir, bulutları güneşin önünden çekmek mi muhal olan? Firavun dirilmişse Musa da dirilir!  Karataşın kendisidir taş olan, yüreği değil.  Taşlar vardır gözlerinden ırmakların fışkırdığı:  Gözler vardır iki damla yaş sızdırmaz kirpiklerinden, niye?  Ve Firavun azmışsa, Ebrehe’nin kudurmuşsa kendisi ve filleri, dolaşmak zamanı gelmiştir özümüzdeki iklimleri…

İklimler ki kilimdi bir dönem otağımızın kâh zemininde kâh duvarında.  Daha deniz var mı, daha müren? Güneş bayrak mı kargıların tepesinde duran semada, gök kurıkan mı?  Ya hamiyetsiz olmayı ya da hami olacak güce sahip olmayı diliyorsa insanlar, sesleri kaybolmaya başlıyorsa gırtlaklarının dehlizlerinde, ciğerlerine inen darbeler zulmün köslerini oynuyorsa, İsa her gün çarmıha geriliyor ve “Eli Eli lima Zabahtani?” diye dikmişse gözlerini semaya, hüzün senesini yaşayan Peygamber’in övgüsünü kazanan insanın hüznü asırlara sığıyorsa ancak,  mıhlamalı değil midir gözleri semaya, gelmemiş midir elleri yüreklere perçinlemek ve haykırmak zamanı “Meta Nasrulah?” diye? Ve fakat gözyaşları kabartmamalıdır zulmün ateşine dökülüp, zalimin iştahını arttırmamalıdır. Tiran’lar ve avanesi Sokrat’a ne yapabildiler?  Onlar mı öldü Sokrat mı?  Kum zakkum olur, zakkum baldıran şerbeti olur.  Hortumlar semazen olur ve savurur melaneti hiçliğe...

Lakin özünde olmak lazım özün, o öz bittiği anda biter insan ve Sani-i insan girer devreye... Onun sanatı zindan değil bostandı, gülistandı... Yükler hafifler o zaman, kaldırılabilecek yükler kaldırılmazsa ve diller tutulur muttasıl.  Kuma, kafasını gömen insanın “toprak” olma isteği depreşir...

Kumdan toprağa evrimle zamanıdır…

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 Sadık Okur
 26 Ağustos 2013 Pazartesi 13:34
Ve o su, kendi beslediği ağacın ateşiyle kaynayarak buhar olur ve yok olur. Yok olur ve var edilir yoktan. Ne güzel bir ifade, su öylesine farklı ki, bismillah deyip içtinmiydi bütün dertler şifa bulur.
 ilker
 26 Ağustos 2013 Pazartesi 12:25
Ağır bir yazı olmuş. Ama emek mahsulü mesajları çok derin.
 
 26 Ağustos 2013 Pazartesi 12:14
hareka benzetmelerle ince mesajlar. alabilene helal olsun.
 muhittin karaca
 24 Ağustos 2013 Cumartesi 17:12
Değerli kardeşim bu ne güzel tesbit böyle... e Firavun bir semboldür zamanlar ve mekânlarla sınırlı, ama Musa’nın olmadığı zaman ve mekânların hacıyatmazıdır. O Musa’ ki Firavun’un sarayında büyüdü, o saray ki bebekliğinde nehri tanıyan Musa’nın kundağıyla baş edemedi. O nehir ki, aktıkça kayaları kuma çevirdi ve sürüklerken onları denize, sarayın temellerini de çürüttü. Kin’in kinini olan su… AH AH ZAMANIN FİRAVUNLARI ANLASALAR BU GERÇEĞİ... Ama ne mümkün bir defa mühürlü olmaya gör!
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi