MENÜ
Erzurum 10°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Erzurum’un Kandilleri-Şeyh Abdurrahman El Faruki El Çokreşi  Efendi
Abdurrezzak Türk
YAZARLAR
9 Eylül 2013 Pazartesi

Erzurum’un Kandilleri-Şeyh Abdurrahman El Faruki El Çokreşi Efendi

Şeyh Abdurrahman Hazretleri 1875 yılında, Çokreşi (Erenler) köyünde dünyaya geldi. Babası Şeyh İbrahim el Çoğreşidir. Annesi Muş ilinin Kot köyünün imamı olan Molla Ali Kebiri Efendinin kızı Züleyha hanımdır. Züleyha Hanımın babası Molla Ali Küfrevi Hazretlerin halifesidır. Züleyha Hanım zamanın Saliha ve âlime hanımlarındandır. Öyle bir Saliha ki tasavvufi derslerinin hepsini tamamladığı için Piri Taği Hazretleri bir gün icazete liyakati olanların derecesine çıktığı için icazet verilmesi lazım demiş. Şeyh Fethullahi Verkanisi Hazretleri Piri Taği’ye ‘Kurban’ demiş ‘saadatı kiram zamanında böyle bir şey olmadığı için tarikatımızda bid’at sayılabilir.’ Taği Hazretleri bunun üzerine vazgeçer. O zamanın Rabia-yı adeviyesi olan Züleyha Hanım keramet sahibi Saliha bir hanımdır. Böyle bir ana ve babadan olan Şeyh Abdurrahman elbette ki Piri Taği Hazretlerinin müjdeli kerametine mazhar olur.  Şöyle ki: Piri Taği Hazretleri Seyda köprüsü adı ile meşhur köprüyü inşa ederken, o yörede köprünün yanında her halifesine mahsus birer küçük kol yaptırmış, herkes ailesi ile oraya yerleşmiştir.  Bir gün Şeyh Abdurrahman’ın kayıp olduğu söylentisi çıkar. Herkes onu bulmak için aramaya çıkar Piri Taği Hazretleri onu yukardan akan bir su üzerinde oturup zikrettiğini görür, meğerki akarsuyun zikrine uyarak zikir ediyormuş. Piri Taği Hazretleri onun kolundan tutar kaldırıp getirir.  Bulunduğuna dair herkese haber verir. Herkesin içinde “Ey Molla İbrahim benim bu oğluma sahip çıkın, onun büyük halleri var, ilerde inşallah büyük bir insan olur.” Babası Şeyh İbrahim Efendi vefat ettiği sırada küçük yaşta yetim kalır.  Amcası Şeyh Halil Efendinin terbiyesinde, Şeyh Es’ad Efendinin rahleyi tedrisatında büyür. İlmi zahirideki icazetini ondan alır. Şeyh Halil Efendi bir gün Şeyh Es’ad Efendiye “zamanın geldi. Süluka başla” diyor. “Eğer başlamazsan yeğenim Molla Abdurrahman bu genç yaşta tam müsaittir. Yağı, fitili konulmuş,  ateş bekleyen çıra gibi bu işe hazırdır.” Kıyamıyorum, Şeyh Halil Efendinin vefatından sonra amcası Şeyh Es’ad Efendinin elinden tutmak ister Şeyh Es’ad Efendi “Ben seni Norşin’e gönderiyorum. Piri Taği’nin oğlu Hazret sana sahip çıkar. Bunun üzerine Norşin’e gider. Şeyh Ziyaeddin Hazretlerinin manevi elinden tutar. O arada Piri Taği’nin oğlu Şeyh Ziyaettin’in kardeşi, şehit Şeyh Muhammed Sait ile Şeyh Abdurrahman arasındaki kardeşlik bağı, Şeyh İbrahim Efendi’ye olan muhabbetinden dolayı kurulmuştur. Herkes gibi Hazret de bu bağı bilir ve takdir eder. Bir gece Seyda Hazretleri Norşinde sülukte (İrşad) iken şehit Şeyh Muhammed Sait bir rüya görür. Rüyadan ayıldıktan sonra Hazretin odasının kapısını çalar. O zaman teheccüd vaktidir ve üstat ibadetle meşgul dur. Şeyh seslenir.“Ey Medine bak kimdir? “Efendim Şeyh Muhammed Sait’tir.” Hayırdır? Şeyh Muhammet Sait “Ben Molla Abdurrahman’ın kardeşliğinden çıkıyorum haberin olsun.” Hazret neden diye sorar. Diyor ki: “Rüyamda bir dere kenarında bütün sofilerin bir işle meşgul olduğunu, Molla Abdurrahman’ın derenin ağzında boş oturup ayağını salladığını gördüm.  Ayıldıktan sonra zan ediyorum ki bir işe yaramıyor, kardeşlik umudumun suya düştüğünü anlayınca divana gidip kendisine kardeşliğinden ayrıldığımı söyledim. Burada da sana haber vermeye geldim.  Hazret k.s “Aslında şimdi tam kardeşi olman lazım, çünkü sen bize büyük bir müjde verdin.” Ne müjdesi? Der Hazret de Molla Abdurrahman’ın vazifelerinin bittiğini icazetinin verilmesi zamanının geldiğini, hanımı Medine Hanıma diyor ki “varsa bir kete getir Şeyh Muhammed Saite ver götürüp Molla Abdurrahman’la beraber yesin. Bunun üzerine Şeyh Muhammed Sait gider divanın kapısını açar der ki: “Cemaat ben yine Molla Abdurrahman’nın kardeşliğine dönüyorum.” Şeyh Abdurrahman: “Bir kete yedirmesen olmaz.” Demiş. Şeyh M.Sait “Hem işin bitmiş müjdesini alıyorsun hem de kerametini gösteriyorsun, zaten kete elimde ebetteki keteyle geldim.  Hem de Hazretin emri ile getirdim.

       Molla Yahya Hazretleri anlatıyor: Seferberlikte Rusların memleketimizi istilası sırasında Şeyh Abdurrahman Hazretleri bir kısım köylü ve akrabasını yanına alarak Isparta ilinin Eğridir ilçesinin İslam köy’ünde yerleşiyorlar. Arasıra yakında ki Atabey’e (Ağraz) gidiyorlarmış. Bir gün Atabey’den İslam köyüne dönerlerken yol arkadaşı ve müridi olan Molla Mustafa ile beraber yol üzerinde bulunan bir suyun yanında abdest tazelemek ve istirahat etmek için iniyorlar. İstirahat ederlerken bir şahsın ilahiler söyleyerek onlara doğru geldiğini görüyorlar. Selam ve merhabadan sonra: Şahıs “Sizin kıyafetinizden hoca olduğunuzu anlıyorum” der. Doğrudur derler. “Ben de şu kasabada oturan Abdurrahman Hocayım. Sizi sevdim buyurun bana misafir olun” der. Seyda Hazretleri, “Biz epey mesafe aldık dönmeyelim bir daha ki sefere inşallah size misafir oluruz.” deyip ayrılıyorlar. Ondan sonraki hafta Molla Mustafa ve amcası Şeyh Es’ad Efendinin oğlu merhum Molla Bedrettin ile beraber Abdurrahman Hocaya misafir oluyorlar. Abdurrahman Hoca Seydanın ilmi derecesini anlamak için Kadı Beyzavi tefsirinden bazı sorular yöneltmek ister. Molla Bedrettin: “O soruları bana sorun, ben onun talebesiyim. Ben cevap veremezsem ona sorabilirsiniz.” Der. Abdurrahman Hoca zeki ve âlim bir kişi olan Molla Bedrettin’in verdiği cevaplara hayran kalır ve der ki: “Talebe buysa hoca nasıldır acaba!” Onlara karşı hürmet ve sevgisi daha da artar. İki gün kaldıktan sonra yolcu oldukları zaman oradaki medrese müddeisi olan Süleyman Efendinin medresesinin kapısından geçerlerken Süleyman Efendi damadı olan Abdurrahman Hocaya: “Misafirlerin midir onlar tanıyamadım.” Der. Damadı  “Doğudan gelen muhacir âlim insanlar” Süleyman Efendi “Peki, madem öyle, neden bana haber vermedin sofranızı mı ederdim.’ diye sitem ediyor. Doğu kelimesini duyan Süleyman Efendi heyecanlanır ve “Lütfen benim de bir kahvemi için öyle gidin.” Diyor. Neden heyecanlı çünkü hep bir mürşit arıyordu. Bir gece rüyasında Piri Taği Hazretlerini görüyor.  Piri Taği ile birlikte ulema cemaatini de görüyor. İntisap etmek istediğinde sağ tarafında duran iki zatı gösteriyor bu Çoğreşili Şeyh İbrahim, bu da oğlu Molla Abdurrahman şarktan kalkıp sana gelecek ve seni bulacak, senin mürşidin o olacak. Sonbahar mevsimi olduğu için seydanın üzerinde kabalığı var. O anda Molla Mustafa ya yanaşıyor “Soba yanıyor. Sıcak. Hocanın kabalığını çıkarın” der. Kabalığı çıkarılır çıkarmaz tanır. Hemen eve doğru koşuyor, bir bakıyorlar ki omzunda yastık ve minderle geliyor. Minderleri sererken: “Nereye gidiyorsun” diyor. “Yıllardır seni bekliyordum.” diyerek elinden tutup intisap ediyor. Kabul ediliyor. Dersler ve talimatlar başlıyor. Tabii bu arada irşat ve diğer intisaplar devam ediyor.

      Orada kalmaları uzayınca hanımı ve hane halkı merak etmeye başlıyorlar. Hanımı; Damadı olan Molla Yahya’ya: “Hocan dönmedi merak etmeye başladık” der. Molla Yahya Atabeye gittiğimde sordum. Bana “O dediğiniz zat Süleyman Efendinin evinde” dediler. Oraya vardığımda baktım ki herkes seydanın yanında adabıyla oturmuş dinliyorlar. Hocam beni görünce tebessüm ederek: “Korktular mı?” diye sordu. “Evet,” dedim. Süleyman Efendinin ders ve talimatları bitince irşat icazeti verilecek ama üstadımızın üstadı Hazret Ziyaeddin hayatta olduğu için adap gereği ona danışılıp izin alınması gerekir. Kendilerine mektup yazdırıyor. Mektup Norşine vardığında Hazret k.s cemaatle birlikte bulunuyor. Şeyh Alaaddine mektubu uzatıyor. “Molla Abdurrahmanın mektubunu oku” diyor. Mektup okununca orada bulunan Halidi Bako Efendi itiraz ediyor: “Üstadı sağken nasıl izin vermek istiyor.” Diyor. Hazret k.s: “Halit Ağa! sadatı kiramın büyüklerinden böyle durumlar vaki olmuştur.” Der. Yine itiraz ederek “Onlar büyüklerdendir.” Hazret k.s buyuruyor ki: “Çokreşili Molla İbrahim’in oğlunun büyüklerden olduğundan şüpheniz mi var? Bu seferberlikte, bu kıtlıkta herkes can derdine düşmüşken Anadolu’da muhacirliğin ağır şartları altında Nakşibendî nispetinin intişarı için canla başla çalışması büyüklüğünün işareti değil midir? Bu gerçekten ermişliğin alameti değil midir? İnanın ki danışmadan da izin verebilirdi ama adabın gereğini düşünmüş ona göre hareket etmiş.” Mektuba cevap verilir. Gelen mektubun cevabından sonra Süleyman Efendiye irşat icazeti verdi. O zaman iki tane Süleyman Efendiler vardı. 2. Süleyman Efendi 1. Süleyman Efendiyle beraber Şeydadan ders alıyordu. Onun dersleri bitmediği için Seyda Hazretleri memlekete dönmek üzere cemaatiyle beraber ayrıldığı zaman 2. Süleyman Efendiyi 1. Süleyman Efendiye teslim etmiştir. 1.Süleyman Efendi 1950 yılında vefat ederken 2. Süleyman Efendi o hizmeti devam ettirmiştir. Hala o yörede bu hizmetin zayıfta olsa bir kısmı devam etmektedir

      Meşhur olmuş bazı kerametlerini zikretmekte fayda görüyoruz:

- Memleketimizin tanınmış ağalarından kolağası oğlu Kerem Ağanın İran’da öldürülmesinin ertesi sabahı divana geldiğinde ‘Bu gece galiba Kerem Ağa ölmüştür. Fakir ve talebeleri toplayın parası benden olmak üzere ıskat devrini yapın.’ der ve gerçekten bir hafta sonra gelen havadisler olayı doğrulamıştır.

- İsyandan sonra memleketimizde zorbalıkla terör estiren ve tuttuğu muhbirlerle milleti ihbar ettiren Yüzbaşı Deli Kemal, kendi muhbiri olan İbo Komlu Ahmet’e: “Bu gün artık senin Şeyhinin sonu geldi oraya gideceğiz haydi Çokreşiye…” Askerleri ile beraber Çokreşiyi bastığı zaman Seyda Hazretleri divanın kapısındaki yerinde oturuyormuş. Hışımla gelen Deli Kemal Seydayı görür görmez atından derhal iniyor. Ahmet: “Ne oldu” diyor. O: “Bizim bu şeyhle işimiz yok. Şeyhin her iki omzunda iki aslan görüyorum.” diyerek askerlere çekilme emri veriyor. Kendisi de Seydayı ziyaret eder etmez geri dönmek istiyor. Seyda Hazretleri ne kadar ısrar ediyor ise de, komutan  “Biz gideceğiz askerlere biraz ekmek verin. Döneceğiz” diyor. O halin korkusundan Seydanın yanında bile duramıyor. Bunlar denizden birer katre olarak zikir edildi anlayana bir işaret bile yeter

      Mezun ettiği, izin verdiği onlarca âlim ve müritten mevcut bunlardan ikisi mübarek, Kinikarlı Şeyh Abdülkerim Efendi diğeri, Molla Yahya Efendidir. Şeyh Abdurrahman Efendi 54 yaşında (1929) Çokreşi de vefat etmiştir. Kabri Çohraşi’de (Erenler) babası Şeyh İbrahim Efendi’nin kabri yanında olup beraber ziyaret edilmektedir. Kabri nur makamı cennet olsun.

      Kaynakça: Torunlarından M.Selim Gündüz Efendinin bilgilerinden faydalanılarak yazılmıştır.

 

 

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 alp eren
 10 Eylül 2013 Salı 10:45
erzurumun kandili bitmez, elinize saglik.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi