Adalet Bakanı “en ağır cezayı alacaklar” demiş.
Ne demek bu?
Müebbet…
Hadi diyelim ağırlaştırılmış müebbet olsun.
Sonuç…
Bir evlek bostan, yan gel yat Osman!
Bundan öte bir anlamı yok en ağır cezanın…
Ceza dediğiniz sadece muhatabını değil…
Bütün bir toplumu korkutmalı.
Bunun tarifi ise çok net…
Bu cezaların caydırıcılığı yok.
Tam tersi…
Teşvik bile ediyor!
***
Caydıranı, derhal idam olmalı…
Üstelik infaz da açıktan yapılmalı…
İnancım gereği hiçbir eylemi kınama gibi bir durumda değilim…
Rabbim yazmamış etsin diyoruz.
Ne ki, İlahi işleyiş cezai bir müeyyide de koyuyor.
Kısasta hayat vardır hükmü bu anlama geliyor.
20 yaşında gencecik bir kız…
Ana baba evladı…
Yüzünden nur akıyor.
Pırlanta gibi, dünyalar güzeli bir kız.
Tecavüze yeltenmekle kalmıyorlar…
Öldürüyorlar…
Onunla da iktifa etmiyorlar…
Benzin döküp yakıyorlar.
Yazarken bile tüylerimiz diken diken oluyor!
***
Başbakanımızın muhterem eşi “biraz ferahlatanı falilerin yakanmış olması” dedi.
Doğru…
Ama, sonuç ne?
En ağır cezası bile devletin himayesinde kapalı bir mekanda yaşamak.
Oysa bu olmamalı.
Derhal, hiç vakit geçirilmeden idam hükmü yeniden getirilmeli…
Derdimiz birilerinin asılması değil…
Toplumu ıslah!
Lanet o hatıra ki, içinde zor olmazsa…
Onbinlerce yıllık insanlık tarihinin önümüze koyduğu müeyyide gerçekleri var…
İnsan aynı insan…
Değişmiyor!
O halde, ceza ve mükafat pozisyonları niye alt üst ediliyor…
Özgecan için canımız yandı…
Allah aşkınıza, başka özgeler, canlar da yanmasın artık…
Getirin şu idam hükmünü yeniden..
Getirin; ama infazı meclis gündemine bırakacak şekilde değil…
Hemen…
Aksi halde…
Vebale ortak olmak diye bir hal var…
Fikredin!