Osmanlı'yı anlamamakta ısrar edenlere...
4/28/2008
Herkes bir yarış içinde...
Kimimiz daha fazla kazanmak, kimimiz daha fazla yükselmek, kimimiz daha fazla harcamak, kimimiz daha başarılı olmanın gayreti içindeyiz.
Kendimize göre değil, yaşadığımız çevreye göre girdiğimiz bu yarışta önce ve daha fazla olma tasası var.
Yarış acımasız, yarış kıyasıya..
Kendimizden başkasına şans tanımadan ve kendimizden başkalarını görmeden..
Ve hepimiz dünyanın kendi etrafımızda döndüğünde hemfikir olmuşuz.
Rekabet yerini ihtiras nöbetlerine terk etti.
Kendimiz için istemek ve kendimiz için yaşamak şeklinde hayatın Almancasına kapılıp gidiyoruz belirli bir süreden beri.
Huzurumuzu kaybettik..
Kalp, kafa ve vücut rahatlığı, sükûnet gönül ferahlığı ifadeleriyle tarif ediliyor huzur kelimesi lügatlerde.
Bu manada bir şekli ve hali hangimiz kendimizde görebiliyoruz.
Evlerimiz, işyerlerimiz huzurdan uzak.
Kendimiz için istediğimizi başkası için istemiyor, kendimiz için istemediğimizi ise dışımızdakiler için kader görüyoruz.
Hiç ölmeyecekmişiz gibi dünya ve yarın ölecekmişiz gibi ahiret için yaşamamızı tavsiye eden ilahi hükmün birincisine daha sadığız.
Katıldığımız cenaze törenlerinde toprağa verilenin halini kabul edip, kendimizi aynı akibetin beklediği gerçeğini ise reddediyoruz gönlümüzde..Ve her geçen gün daha da huzursuzlaşıyor ve geçmişin huzurunu arar duruma geliyoruz.
Günceli takip için seyrettiğimiz tv haberleri huzursuzluğu evlerimize taşıyıp reyting yapıyorlar.
Siyasilerin birbirleriyle olan çekişmelerini politik bir gerek sayıp, onların huzursuz bir biçimde olmalarını parti taasubu içinde başarı kabul ediyoruz.
Parti kongrelerinin galipleri, rakiplerini tarihe gömmekle övünüyorlar.
Halk seçmek için değil oy vermek için sandığa gidiyor bu durumda mecburen.
Siyasiler tartışıyor, medya kapışıyor, insanlar bu ortamın içinde acımasızca yarışıyor, yarıştırılıyor..
Bu halden kurtulmak için hiç bir gayretimiz yok..
Ve sıkılmadan huzur istiyoruz..
Ev sahibi kiracısıyla, memur amiriyle, imam cemaatiyle vekil milletiyle, siyasi partiler mensuplarıyla genelde barışık değil.Üniversiteler ilme, camiler dine, stadyumlar spora, partiler siyasete küskün..Yeniler eskileri, eskiyenler gençleri beğenmiyor.
Kazanmak, daha fazla kazanmak ve herkesten daha fazla kazanmak..
Yönetmek, her şeye hükmetmek sevdasındayız..
Ve hakkımız olmayan huzuru arıyoruz..
Muhatabın fikrini kabul etmek, yenilgi sayılıyor artık..
Muhalefet etmek, haklı haksız demeden ve karşısındakini dinlemeden eleştirmek ise üstünlük kurma yolu oldu.
Futbol sahalarında bir müddetten beridir tribündekiler sahaya inmek için her yolu deniyor.
Spor basını, iki takım arasındaki müsabaka sonuçlarını, "ezdi geçti", "sahadan sildi", "imha etti" başlıklarıyla duyuruyorlar okuyucularına.
Kemik sesleri, tezahürat seslerini yok etti.
Kavgalar hayatımızın daimi figürleri haline geliverdi.
Niçinini soran yok..
Hemen herkes daha önde olmak telaşında..
Çok çok eski dönemlerde gayri müslim mezar kazıcıları, müslümanların defin töreninden sonra hayır için helva dağıtmalarını, geride kalanların duydukları acıdan daha önemli görür ve "helva bana değsin de ölü de gorbagor olsun" derlermiş.
Şimdi hepimiz, hemen her işimizde önce ben, daima ben diyerek, bu sözdeki mananın dairesi içine girmiyor muyuz?
Sonra huzuru gömüp, kalan her ne ise onu paylaşmak için yarışa katılmıyor muyuz?
Bırakınız yapsınlar, felsefesini bir hayat biçimi halinde bize sunan liberalistlere, bu yüzden ne de çabuk kapıldığımızı hatırlayınız.
Huzuru neye feda ettiğimizi göreceksiniz..
Ve neleri kaybettiğimizi...
Çatık kaş, asık yüz dirayet sembolü artık.
Tebessüm yerini istihzaya terk etti.
Babalar çocuklarını başkalarının önüne geçebilecek şekilde güçlü olmak için yetiştiriyor artık.
Hanımlar eşleriyle değil, kocalarının eve ne getirdiğiyle daha ilgili.
Kocalar hanımlardan komşularını ne kadar geçtiklerinin haber ve dedikodularını duymak arzusunda..
Kimse neleri ve ne kadar yitirdiğimizin endişesini taşımıyor.
Yaşama sürecimizi bile hayat kavgası olarak tarif ediyoruz.
Kavgalı olmak yaşamak için gerekliymiş gibi..
Sonra huzur istiyor, huzur bekliyoruz, tuhafca.
Gerici ilerici, laik anti laik, çağdaş mürteci sınıflandırılmaları karşısında tepkimiz yok.
İllada birileriyle karşı karşıya olmak zorundayız sanki.
Lisanımıza bile aksetti bu hal, kimimiz Türkçe kimimiz uydurukçayla konuşuyor, sonra anlaşamamaktan yakınıyoruz.
Şikayet etmek hastalığı hepimize sirayet etti.
Birbirimizi beğenmemek ve birbirimizden şikayet etmek için özel gayret içindeyiz sanki.
Haline razı kaç kişiye rastlıyoruz çevremizde.
Ve her geçen gün, değişen biçim ve şekilde yollarımızı ayırıyoruz birbirimizden.
Sonra huzur kavşağında buluşmayı umuyoruz ayrı olmak yarışına girdiklerimizle...
Affımıza sığınanlara önce umut veriyor sonra af edersiniz diyerek affetmekten vazgeçiyoruz.
Öğrenim özgürlüğünden bahsedip, üniversite önlerinde gözü yaşlı dolaştırdığımız türbanlı kızlarımıza yaptığımız gibi.
Mürteci yaftasının en acımasız bir biçimde samimi dindarlara bile yapıştırılmaya çalışıldığı bir ortamda, din projesi adı altında kuranda yer alan ilahi hükümlerin bazılarında değişiklik yapılması gerektiğinden bahsediliyor bazılarınca.
Samimi dindarları kırma pahasına.
Sonra huzur için dua etmeye kalkışıyor inananlarımız...
Ve dua arasında italikliyoruz; yaratılanı yaratandan ötürü hoş görme fırsatı elimizden çıkmadan, herkese açık bir huzur kapısı bulup aralamalıyız.
Salih Zeki BAYRAM 26 Şubat 2013 Salı 16:42
|
A.KURTULUŞ 23 Şubat 2013 Cumartesi 23:34
|
M.Rıza SAVAŞ 27 Ocak 2010 Çarşamba 11:09
|
Mehmet Rıza SAVAŞ 30 Eylül 2009 Çarşamba 08:26
|
M.Rıza SAVAŞ 8 Mayıs 2009 Cuma 13:38
|
YETKİN TEKELİOĞLU 23 Nisan 2009 Perşembe 13:49
|
Cihat OK 5 Nisan 2009 Pazar 11:01
|