Ahmet GÖKSAN
“Kıbrıs Türk halkının Türkiye tarafından garantisi ön planda yer alan hayati bir konudur. Bundan ne feragat edilebilir ne de fedakarlık gösterilebilir”
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Önümüzdeki Mayıs ayında Kıbrıs Rum kesiminde, Haziran ayında da Türkiye’de genel seçimler yapılacaktır. Bu nedenle Kıbrıs uyuşmazlığının çözümüne ilişkin olarak liderlerin görüşmeleri zorla olsa da sürdürülmeye çalışılıyor. Liderlerin ötesinde teknik komitelerin de çalışmaları hız kesmiyor. Bu gelişmelere koşut Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de sendikaların yürüttüğü çalışmalar siyasi açmaza da neden oluyor. Hükümet değişikliği sonrasında bazı milletvekillerince başlatılan karşı duruşun en kısa sürede aşılması gerekiyor. Demokrasilerde çare ve seçeneklerin bitmediği biliniyor. Hiç kimsenin belli makamlara gelmek için dünyaya gelmediğinin unutulmaması gerekmektedir. Adadaki durum özetle bu noktadır.
Yaşanmakta olan gelişmelere koşut uyuşmazlığın çözümü konusunda da umutların tükenmekte olduğunu kaydetmek durumundayız. Tarafların 100’ü aşkın sayıda yaptıkları görüşmelerden sonuç alınamadığına The Economist de dikkat çekiyor. “Uzun görüşmeler Avrupa’nın en eski ‘Buz kesmiş çatışması’nı çözmekte pek de işe yaramadı” diye değerlendirmede bulunuyor. Genel içerisinde kış aylarında yağan kar, bir süre sonra buz kesiyor, buna karşın bahar aylarında buzlar çözülüyor.
Uyuşmazlığın Rumlar tarafından başlatıldığı tarihten günümüze dek geçen bahar aylarının sayısı bile tam olarak bilinemiyor. Doğal olarak uyuşmazlığı başlatanların üstüne üstlük saldırganlaştığı noktada daha çok bahar aylarını bekleyeceğiz. “Ben, önceki görüşmeci ile çözüme daha yakındım. Şimdilerde ise sıfır ilerleme” olduğunun türküsü söyleniyor. Bu sözlerin sahiplerinin uyuşmazlığı duvara toslatmaktan sorumlu kişiler olduğunu da kaydediyoruz.
Kıbrıs Türklerine saldırarak çözüme ulaşmanın olanaksız olduğu gerçeğinin de görüldüğü noktadayız. Kıbrıs Türkleri çözüm isteklerinde ısrar ederken Rumlar ve onların destekçilerinin çözüm kaygılarının olmadığı gerçeği ile yüzleşiyoruz. Taraflar çözümden yana görünürken bulundukları duruşlarından da geri adım atmamaktadırlar. Önümüzdeki 2012 yılı Temmuz ayında mendil büyüklüğündeki ülkenin AB dönem başkanı olacağını da anımsatmak durumundayız.
The Economist’teki değerlendirmede “Eğer anlaşma olmazsa ne olacak?” sorusuna da yanıt aranıyor. “Kıbrıs uyuşmazlığının çözülememesi Türkiye’nin AB ile zaten gergin olan ilişkilerini daha da bozmaktan başka bir işe yaramaz. Ne yazık ki AB’nin bu konuda yapabileceği pek bir şey yoktur. Yapabileceği tek şey, belki Rumlara “ver ve al” yerine “al ve ver” politikasını anlatmak olabilir” deniliyor.
Bu değerlendirmeyi, Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kurulan iyi düşünülmüş ve üzerinde çok çalışılmış bir tuzak olarak görüyoruz. Rumlar öncelikle koparabilecekleri ödünü kopartacaklar. Kıbrıs Türklerine ödün vermeye gelinen noktada ise “Ben oynamıyorum” diyerek köşeye çekileceklerdir. Bir süre daha beklenerek yeni ödünleri alabilmek için en uygun zaman ve zemini bekleyeceklerdir. Uzun süreli mücadele diyerek ortalık yere çıkanların yüzlerindeki maskelerini artık çıkarma zamanı gelmiştir. Hatta geçmiştir.
Adadaki görüşmelerde ilerleme olmadığının bilincinde olduğu anlaşılan BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, tarafları Haziran ayında gelinen noktayı değerlendirmek için toplantıya çağırdığı biliniyor. Uyuşmazlığı çözebilmek için tarafları Cenevre’de bir araya getirmek kadar anlamsız bir husus olamaz. Uyuşmazlıkların uyuşmazlığın olduğu yerde çözülmesinin daha doğru bir yaklaşım olduğunu da belirtmek istiyoruz.
BM Genel Sekreteri’nin bu girişimi konusunda görüşü sorulan Yunanistan Dışişleri Bakanı Kıbrıs Rum kökenli Dimitris Druças, “Gerçeklerin tarafsızlık temelinde sunulması gerektiğini” söylüyordu. Cenevre’de yapılacağı duyurulan görüşmeye ilişkin olarak değerlendirme yapmak veya konuşmak istemediğini söylemekle yetiniyordu.
Bu yıl Brüksel’de lahana üretiminin beklenenden fazla olduğunu sıklıkla sizlerle paylaşıyoruz. Buralara kadar giderek pay alabilmek adına kendi ülkesini şikayet etmenin anlamsızlığına vurgu yapmış bulunuyoruz. Konuyu değerlendiren bir siyasetçimiz, “Kendisi şikayet edilmesi gereken bir kurum olan AB’nin şikayet dinlemesi biraz tuhaf kaçar. AB bizim örgütlerimizi dinler, ama sadece dinler. Bir şey yapamaz veya yapmaz” diyordu.
Kıbrıs Türklerine verebileceği hiçbir şey kalmamış olduğu artık kesinlik kazanan AB’nden yardımcı olmasını beklemek garip ötesi bir durum oluyor mu ne…
SEVGİ ile kalınız…