MENÜ
Erzurum 16°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
“Dili yok kalbimin….”
İsmail Bingöl
YAZARLAR
17 Ocak 2011 Pazartesi

“Dili yok kalbimin….”

Bazen, çok sinirlendiğimiz zamanlar oluyor. Ve sinirlendikçe de, ne kadar âciz, ne kadar zayıf bir mahlûk olduğumuzun bir kez daha farkına varıyoruz. Tabii beni gerginliğe iten, asabımın bozulmasına yolaçan; acziyetimin boyutlarını tekrar tekrar keşfetmem değil. Ara sıra gel-gitlere kapılmamın, yegâne olmasa bile, sebeplerinden biri, hissettiklerimi gerektiği gibi ifade etme kudretinden yoksun olmam.
         Bir deniz misâli kabaran, çoşan, kıyılara akın eden düşüncelerimi, kalbimin, beynimin bambaşka duygularla alt üst olmasını, tam anlamıyla, nasıl ve neyle, hangi kelimelerle, hangi cümlelerle anlatabileceğimi bilememem.
         Kendi içinde olanı biteni, kopan fırtınaları, bazen bir yangın yerine dönüşünü, yerli yerince seçilmiş kelimelerle, en iyi şekilde anlatacak olan kalbim belki de... Ama... Ah bu "ama" yok mu? İşte bu “ama” yok mu, şairi de umutsuzluk içinde şu tarihi mısraı söylemeye iten...
         "Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizârım"
         Ne yazık ve ne acı ki; dili yok... Dili olsaydı şayet kalplerimizin ne söyleyeceğini, her bir köşesini kaplayan düşünceleri, duyguları, nasıl anlatacağını öyle merak ediyorum ki... Zira; kalpten beyne gelinceye, oradan da kalem yardımıyla kağıda ya da dile aktarılıncaya kadar, hissedilenlerin coşkusunu yitirdiği, sözlerin eskidiği ve değiştiği, başka şekil aldığı zannına kapılıyorum.
         Zira; “ .......yazarın yazabildikleri, yazmak istediklerinden daha azdır; ifade, zihnimizden, ruhumuzdan geçenlerin çok gerisinde kalmaktadır.” Sel önünden ne aparılırsa; akla gelenlerden kağıda aktarılmaya çalışılanlar da aynen bu mikyastadır. Çünkü, “........bütün kabiliyetine ve zenginliğine rağmen dilin imkânları sınırlıdır. İç dünyamızın zenginliği ise sonsuzdur.” (Orhan Okay, Sanat ve Edebiyat Yazıları, s.32-33, Dergah Yayınları, İstanbul, 1998)
Ve diyorum ki; direkt olarak kalbin kendisi haykırmalı. Bizzat kendisi iletmeli mesajlarını insanlara... Araya, dil ya da kalem gibi bir vasıta girmeden... Zira, her şeyde olduğu gibi, bunda da, araya bir şeyler veya birileri girince, çoğu zaman aslolan şekil değiştiriyor, doğrular tersyüz oluyor ve aradaki vasıtanın da etkisiyle bir başka hâle dönüşüp, tanınmaz oluyor nerdeyse...
         Herhalde bizzât kalbin kendisinden dinleseydi insanlık bazı şeyleri; riyâ ve ikiyüzlülük bu kadar yaygın olmayacak, bu kadar yüksek seviyede olmayacaktı günümüzde...
"Yeryüzünde riyâ, inkâr, hiyanet/Altın devrini yaşıyor." olmayacaktı belki de... Ebû Cehil kıtaları dolaşmayacaktı bu kadar...
         Hissedilenlerle, karşıdakine karşı beslenen duygularla, harisliklerle, hainliklerle, kıskançlıklarla ilgili cümleler hemen dökülecekti kalp dudağından aracısız olarak... Beklemeden, ona göre plan kurmadan... Menfaatime, çıkarıma dokunur mu diye derinden derine düşünüp, inceden inceye alıp vermeden... O zaman kalp (insan), kıskanmaya vakti olmadan, kendinde olmayan güzellikleri de haykıracaktı hemen... Edilen zulümleri, yapılan haksızlıkları da...
İşte o zaman gerçek yüzler meydana çıkacak, Hak'ka ve hakikâte düşmanlık besleyenler, saklayamayacaklardı bu hâllerini ve bu yönlerini... Böylelikle herkes bilecekti herkesin ve kimin ne olduğunu... Kimin, kiminle, ne için birlikte olduğunu... En samimi görünenlerin bile, samimiyetlerindeki içtenliğin sırrını ve sınırını... Belki o zaman hiç bir şey "nihân" olmayacaktı âlemde... Yalnızca Hak'kın huzurunda gerçekleşecek olan bu duruma acaba kaçımız tahammül edebilirdik?
Her halde hiçbirimiz... Çünkü; her bir ayıbımız ortaya dökülecek ve herhalde böylesi bir durumdan sonra, sarıp sarmaladıklarımız bile hor görüneceklerdi gözümüze. Düşman görüneceklerdi, sevimsiz görüneceklerdi.
Hayır... Hayır... Vazgeçtim kalbimin dili olmasını istemekten... Hatta bunu düşünmekten... Böyle bir düşüncenin hayâlini kurmaktan... Zira, hayâli bile kaldırılamayacak kadar ağır, hem de çok ağır bir istek bu benimkisi...
         Bu, ölümün ne vakit geleceğini bilmeyi istemek gibi bir şey... Bu, bütün dost görünenlerin, aslında ne kadar dost olduğunu bilmeyi istemek gibi bir şey... Bu, söylenen doğruların, ne kadar doğru, yanlışların ne kadar yanlış olduğunu bilmeyi istemek gibi bir şey... Doğrusu hiçte kaldırılacak bir yük gibi görünmüyor gözüme... Yok... Yok... Vazgeçtim... Vazgeçtim...
            Varsın yine, kim, nasıl görünmek istiyorsa, öyle gözüksün âlemde... Sahtekârlar dürüst, riyakârlar ve yağcılar iyi insan, iyi gün dostları da dost gibi...
            Ta ki; gerçek yüzlerin ortaya çıkıp, hakikâtin bir güneş gibi parıldayacağı güne kadar...
 
Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 İLHAM KILINÇ
 27 Ocak 2011 Perşembe 13:04
İsmail bey içimdeki yarayı depreştirdiniz bazem bu dünyanın bana göre olmadığını düşünüyorum iyiki dünya faniyimiş sizler yazdıklarınızdan kesinlikle pişman olmayınki bizlerde kalbimizi dilimize mertçe dökelim tüm yazılarınız için ellriniz dert görmesin SAYGILARIMI SUNARIM
 Serap Durmazpinar
 20 Ocak 2011 Perşembe 03:17
Bazen kelimeler kifayetsiz kalir duygu ve dusuncelerimizi anlatmaya, bazen de dilimizin kudreti kâfi gelmez. Bazen beynimiz dilimize hukmedemez, bazende dilimiz kalemimize..O acziyet hepimizde mevcut. Kendilerini tam anlamiyla ifade edebile...nlere ne mutlu..Oyle cosar ki bazen duygular, onun heyecaniyla titrer eller yazamaz parmaklar.. Yalanlar, riyalar, ayiplar ve tum sahtekârliklar bir sekilde mutlak ortaya çikar zaten zira hiç birsey ilelebet gizli kapakli kalmaz hayatta..Insanlar gerçek yuzlerini hiç istemeselerde ortaya koyuyorlar ama sizin dediginiz gibi olsaydi eger, yani kalbimizin dili olsaydi; O sayginligi olan birçok insanin aslinda saygiya deger ve sevgiye lâyik olmadiklari ortaya çikar, sevenleri gozunde gozden duser ve bir hiç olurlardi. Gerçek sandigimiz birçok seyin aslinda sadece bir yalandan ibaret oldugunu, dost sandiklarimizin arkadasimiz bile olamadigini, sevildigimizi sanip aslinda hiç sevilmedigimizi anlar ve bu gerçek karsisinda yikiliverirdik.. Yine de yalanlarla yasamak yalan oldugunu bilsek bile guzel.. Bazi gerçekler tokat gibi iner ve o gerçek daha çok aci verir insana.. Siz bencede bu dileginizden vazgeçin Ismail bey ve kandiralim tum insanlik biribirimizi...Yalansiz, riyasiz, gerçek arkadasliklarin ve dostluklarin yasanacagi, sevgi, saygi ve hosgorunun hakim olacagi, renk, dil cinsiyet ayrimi yapmadan, insani insan oldugu için çikarsiz sevebilecegimiz ve barisin her daim olacagi bir Dunya diliyorum hepimiz için.. Kaleminiz yureginiz varolsun! Tesekkur ederim... Selamlarimla....
 DOST
 18 Ocak 2011 Salı 23:07
KALBİNİN DİLİ OLMAYANLARIN,YAZAN DİLİNİN YÜREĞİ OLUR VE BÖYLESİNE YAZILAR YAZAR..KALEMİNİN YÜREĞİNE SAĞLIK...
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2025 Erzurum Gazetesi