MENÜ
Erzurum 17°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Yâsin-i Şerif, Mezarlıkta Okunmak İçin mi İnmiştir ?-2
Mustafa Damlarkaya
YAZARLAR
15 Ağustos 2015 Cumartesi

Yâsin-i Şerif, Mezarlıkta Okunmak İçin mi İnmiştir ?-2

Kur’ân-ı Kerim, insanların anlayacağı İlâhî bir kitaptır. Kur’ân-ı Kerim bir hayat kitabı olduğu için onu hayatımıza geçirmemiz lazımdır. Bunun için de inananlara görev düşmektedir. Müslümanlar, birileri yapsın diye bu ulvi vazifeyi başkalarına ne atabilir ne de havale edebilirler. İnananlar ellerinden geldiği kadar, bu konuya katkı yapmaya çalışmalıdırlar.

   Kur’ân-ı Kerim sadece sahabeye, alimlere ve müfessirlere inmemiştir. Bütün insanlığa inmiştir. Bu yüzden onu okumak ve anlamak zorundayız.

İnsanların ve inananların kendileriyle barışık olmaları ve kendileriyle çelişmemeleri için, Kur’ân-ı okumak ve anlamak zorundadırlar.

  Hele hele Müslümanların, Kur’ân-ı anlamaktan maksadı, onun içeriğinden haberdar olmalarıdır. Hiç şüphesiz ki  Kur’ân-ı Kerim’i anlayarak okumak bir ibadettir.

  Bu vesiyleyle yüce Rabbimiz Yâsin-i Şerif’in, 41.ayetinde “ Onların soylarını dopdolu bir gemide taşımız olmamız da onlar için büyük bir âyet (ibret)tir”.

  Yüce Rabbimiz, onların(onların dediği; Hz.Adem (A.S.)in zürriyeti olan   Hz.Nuh (A.S.) ile ashabıdır) atalarını kurtarmış olmalarına rağmen onların bir çoğunun şükretmesini bilmediklerinden bahsetmektedir.

   Yüce Rabbimiz,eğer su içerisinde, o çok ağır yükler taşıyan gemileri kaldıran bir güç yaratmasaydı o gemiler denizin o kabaran korkunç dalgalarını nasıl yarıp gideceklerdi? İşte bu mübarek ayette görenler için pek büyük bir ibret vardır.

  “ Kendileri için, bunun gibi daha nice binecek şeyler yarattık.(Yâsin-42)”. Bu ayet, havada ve karadaki ulaşım vasıtaları için de geçerlidir,buyrularak bunların da Allah’ın öğretmesiyle yapıldığı bildirilmektedir.

  “Dilersek onları suda boğarız.(Yâsin- 43)”. Gerçi zaman zaman suda boğulmalar oluyor. Bazen gemiler batıyor bazen de uçaklar düşüyor, ecelleri gelenler de ölüp gidiyorlar. Bunların yardımına da kimse yetişemiyor. Titanic vb.

   “ Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ile ve bir süreye kadar geçinmeleri müstesnâ. (Yâsin-44)” ayetinde de bir kısmının ölmeyip bir takdir-i İlâhi olarak hayatta kalmaları, ecelleri gelinceye kadar dünyadan faydalandıklarını bildirmektedir. Bunlar birer ibrettir. İnsanlar bunlardan ders almalıdırlar.

  Bütün bu olanları, inananların kabul edip inkârcıların ise bu davete uymayıp kaçındıklarını göstermek için “  Onlara: ‘Yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işler hakkında, Allah’tan korkun. Umulur ki size merhamet olunur !.’denildiği zaman (yüz çevirirler). (Yâsin -45)  buyrularak geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, inkârlarında ısrar edenlerin, başlarına gelen o müthiş felaketlerden ibret almaları ve ahiret azabından korunmaları hatırlatılmaktadır.

   “ Onlara Rab’lerinin âyetlerinden bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler. (Yâsin -46)”. Onlar, o âyeti görmez, kabul etmez, faydalanmazlar. Onların yüzlerine karşı Allah’ın âyetleri okunduğu zaman,ondan yüz çevirmeleri onların her devirdeki gibi ortaya koydukları davranışlarıdır.

    “ Onlara: ‘ Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfedin !..’ denildiğinde, kâfirler mü’minlere !.. ‘ Allah’ın, dileseydi doyuracağı kimseleri biz mi doyuralım ? Siz gerçekten sapıtmış kimselersiniz.’ derler. (Yâsin -47)” âyetinde de dâlalet içerisinde bulunup Allah’ın âyetlerine sırtlarını döndükleri yetmiyormuş gibi, onlar iyilikten kaçınıp cimrilikte bulunmaları için de bir takım bahaneler ararlar. Zaten cimriler hep böyle söylerler. Halbuki bunun bir imtihan olduğunu hiç bilmezler.

    “ Eğer doğru söylüyorsanız, vadettiğiniz kıyamet günü ne zaman. (Yâsin-48) “derler. Bu âyette,inatçı kâfirler, yalanlama, inkâr ve inatlarından dolayı, azabın kendilerine gelmesini uzak görerek alay ederek kendilerine azabın hemen gelmesini istedikleri haber verilmektedir.

   Bu muannitler, kıyametin gelişini imkansız sanmaktaydılar.Halbuki kıyamet bir hakikattir.Bir kimsenin istememesiyle ne geri kalır ne de istemesiyle vaktinden önce gelmez. O gün, yüce Rabbimizin hükmettiği belirli bir zaman için ertelenmektedir.

  “Onların beklediği tek bir sestir. Birbirleriyle çekişip dururken ansızın onları yakalayıverir.(Yâsin- 49) “âyetinde, dünyanın sayılı müddeti sona erip mevcut olan ömrü tamamlandığında, o sayılı zamanın bittiği zamanda kıyametin kopacağı, bu sesin, herkesin ölümü için Sûr’a ilk üfürüş olduğu, işte o anda onlar işlerinde, oyun ve eğlencelerinde ve gaflet içerisinde iken, tüm canlıların bulunduğu yerde öleceklerini bildirilmektedir.

   “İşte o anda onlar ne bir tavsiyede bulunabilirler ne de ailelerinin yanına dönebilirler.(Yâsin- 50)”  kendilerine bir tavsiyede bulunmalarına da fırsat verilmez, herkes bulunduğu yerde kalır.

   Bu birinci Sûr ile tüm kâinat ölür hiçbir canlı,cansız kalmaz. Ancak tek, diri ve üstün olan Allah (C.C.) kalır.

   “Sûr’a üflenince kabirlerinden kalkıp Rabb’lerine doğru akın ederler. (Yâsin- 51)” âyetinde, zamanı geldiğinde yüce Rabbimiz İsrail (A.S.) tekrar diriltir, Sûr’a ikinci defa üfürmesini emreder, ölenlerin tamamı bir anda yeniden dirilerek kabirlerinden kalkarlar hesap vermek üzere ilâhi huzura sevk olunurlar ki buna “Öldükten sonra tekrar dirilme” denir.

  Öldükten sonraki bu dirilmeyi yalanlayıp inkâr edenler ve münafıklar, hâlâ yatmakta olduklarını zannederler. Ama şaşkınlıkları geçip kendilerine gelince gerçeği görüp peygamberlerin doğru söylediğini itiraf ederler fakat artık iş işten geçmiştir. Şimdi hesap zamanıdır. Artık o şiddetli azabı tadacaklarını anlarlar. Büyük bir felaketle karşı karşıya bulunduklarını görürler.

  “Derler ki : ‘Eyvah bize, yattığımız yerden bizi kim kaldırdı ? ‘.Rahman olan Allah’ın vadettiği işte budur. Demek peygamberler doğru söylemiş. (Yâsin-52) “.

   Bütün bunlar üstün yöneten, yüce Rabbimizin kudretiyle hep bir plân dahilinde geçekleşir. Tek bir ses ile ölecekleri gibi, tek bir ses ile hayata kavuşup sorguya çekilmek üzere yüce Rabbimizin huzurunda hazır olacaklardır. Âmennâ ve saddaknâ.

   “Sadece tek bir sayha olur, sonra hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler. (Yâsin- 53)”.

  İşte o günün tek hakimi, yüce Rabbimiz Allah (C.C.)’dır. O gün hüküm O’nundur. O’nun hükmünde hiçbir şekilde, hiçbir kimse kesinlikle ortak olamaz. O gün emir O’nundur. Affetmek de cezalandırmakta O’nun kudretindedir. O gün kimseye zulmedilmez. Kimse işlediği günahın cezasından dolayı fazlasına çarptırılmaz. O’nun kararını kimsenin değiştirmeye gücü yetmez. Tüm işleri adaletledir. Bu husustaki âyet-i Kerime şöyledir :   “ O gün hiç kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz ve ancak yaptığınızın karşılığını görürsünüz. (Yâsin- 54)”.

  Cennete gideceklerse orada, ümitsizlik, üzüntü ve sıkıntı çekmezler. Akla gelmeyen nimetler içerisinde yaşayarak zevk ve sâfâ sürerler. Rahatlatıcı gölgeliklerde karşılıklı sohbet ederler.

  “ O gün cennetlikler bir zevk ve eğlence ile meşguldürler.(Yâsin-55)”.

  Dünyada olduğu gibi orda da eşleri ile birlikte bahtiyar ve huzurlu olacaklardır.

  “ Onlar ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerine yaslanmışlardır.(Yâsin-56)”.

  Oradaki meyveler, onlar yabancılık çekmesinler diye dünyadakilere benzer. O meyveler mihnetsiz ve külfetsizdirler. Ne azalırlar ne tükenirler. Posasız olduklar için atılacak yönleri yoktur. Hazımları kolay ve sıkıntısızdırlar. Tadıp yediklerinde dünyadakilerden çok farklı olduklarını görürler. Meyveyi koparmak istediklerinde ağaç onlara doğru eğilir. Onların bütün arzuları verilir. Bu arzular yüce Rabbimizin nurunun yüklenmesi şeklindedir ki manevi bir zevk hayatı içerisindedirler.

 “Orada onlar için her çeşit meyveler vardır. Bütün arzuları yerine getirilir  (Yâsin- 57)”.

  Yüce Rabbimiz, cennetlik kullarına, İlahi Cemali’sini göstermek lütfunda bulunarak onlara selam vererek onların kıymetini artıracaktır. Ansızın üzerlerinde bir nur parıldayacak başlarını kaldırınca Rabb’lerinin üzerlerinde nazar ettiklerini görecekler. “Ey cennetlikler !.. Selam  üzeri nize olsun” denilecek. Bunu gören cennetlikler, cennetin o sonsuz nimetlerine hiç iltifat etmeyecekler. Rabb’lerinin nuru üzerlerinde kalacaktır. Bu müminler için büyük bir nimettir. Yüce Rabbimizin rahmeti ile hayat sürmek ne büyük bir nimettir. İşte müminler bunun için çalışmalıdırlar ve dünya hayatını iyi değerlendirmelidirler.

  "Çok merhametli bir Rabb olan Allah'tan onlara söz olarak selâm gelir. (Yâsin- 58)”.

   O büyük mahkemede Rabbimizin adaletinin hükmü bittikten sonra,  onlara ,"Ey günahkârlar! Bugün şöyle ayrılın!" buyurulur. (Yâsin- 59)”.

  Artık kâfirler müminlerden ayrılırlar. Hepsi  bu buyruğa uyar. Herkesin gideceği yer belli olunca insanlar bölük bölük ayrılırlar. Cehennem sevkiyatı başladığında, feryatlar, figanlar, korku ve pişmanlıklar ayyuka çıkar.

   Yarattığı kullarına her zaman çok merhametli ve şefkatli olan Rabbimiz,Şeytanın düşmanlığından korumak için şöyle buyuruyor :"Ey Âdemoğulları! Ben size: 'Şeytana ibadet etmeyin, o sizin apaçık bir düşmanınızdır. Ve bana kulluk edin, bu dosdoğru yoldur.' diye emretme dim mi?. (Yâsin : 60-61)”

  Şeytan insanı cehenneme çağıran bir simsar gibidir. Zaten onun bundan maşka maksadı ve gayesi de yoktur. Akıllı  olan insanlar onun bu aldatıcı çağrısına uymazlar. Ama dünya heva ve hevesine tapanlar ona köle olanlar, onun aldatmasına uydular, başlarına her türlü felaketler geldi ve  sonunda da kendilerini o cehennem azabında buldular.

  "Andolsun ki o sizden birçok nesilleri kandırıp saptırmıştır. (Yâsin- 62)”

   Yüce Rabbimiz, şeytanın pek çok kimseleri ve cemaatleri saptırmasına rağmen, halen onun emirlerine boyun eğmesinden dolayı, onun fenalıklarını anlatmasına karşın ne yazık ki pek çok kavim ve insan buna kanmışlardır. Halbuki Allah (C.C.), insanları akıllı bir varlık olarak yaratmıştır.

  "Hâlâ akıl erdirmiyor musunuz?. (Yâsin- 62)”.

  Bütün bu ikazları dinlemeyenler için, artık onları bekleyen azab kendilerine bildiriliyor.

  "İşte bu size vaad edilen cehennemdir. (Yâsin- 63) “.

  Halbuki onlar, gönderilen peygamberlerin onları ikaz etmelerini hiç duymadılar. Hatta onları yalanlayıp durdular. Sonunda da pek acıklı ve yakıcı azabı tadacakları cehennemin o azabına yaslanarak yakılıp duracaklardır.

  "İnkârınızdan dolayı bugün girin oraya! (Yâsin- 64) “.

  O gün cehennemlikler her ne kadar yaptıklarını inkâr etseler dahi, öyle ummadıkları bir durumla karşılaşacaklar ki meleklerin tuttukları defterlerle birlikte bütün organları yaptıklarına şahitlik edeceklerdir. O azap yerlerini görünce şaşırıp titreyeceklerdir. Dünyada yaptıkları  o pis işlerini inkâr edemeyeceklerdir. Hiç beklemedikleri bir durumla karşılaşacaklar, kendi azaları kendilerini rezil edeceklerdir.

  "O gün ağızlarının üstüne mühür basarız. Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şâhitlik eder. (Yâsin- 65) “.

  İnsanlar ahirette, dünyadaki aynı ruh ve aynı bedenleri ile dirileceklerdir. Bu dünyadaki bedenleri en ince ve detaylı teferruatına kadar, orada da aynı bedenle olacaklardır. Çünkü bu beden ve organlar, yapılanları olduğu gibi aktarmaları için, aynı organların olması gerekmektedir. Bu konu bir başka ayette:  "O gün kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şâhitlik edeceklerdir. (Nûr- 24) “

  Bir başka âyette de : "Sonunda oraya varınca kulakları, gözleri ve derileri, yaptıkları hakkında onların aleyhinde şâhitlik ederler. (Fussilet- 20) “.

  Hesap gününde her organ şahitlik yapacağı için, bu mübarek âyetler organ nakline cevaz verenlere herhalde İâhî bir ikazdır. Ayrıca o organlar o kişiye ait de değillerdir. Bilmem ki kimin malını kime veriyorlar. Acaba o organı alınan insanın organı ona mı yoksa başkasına mı şehadet edecektir ?

   Yüce Rabbimizin kudretinin kemali ve insanlar üzerindeki tasarrufu çok geniştir.

  "Dileseydik gözlerini silme kör ederdik de yol bulmaya çalışırlardı. Fakat nasıl görebilirlerdi ki?. (Yâsin- 66) “.

  İnsanlar,elbetteki bu durum karşısında hiçbir şey yapamazlardı. Ama bu kâinatta, yüce Rabbimizin kudretinin eserlerini pekala görebiliyorlar. Ama bunun şükrünü yerine getirmiyorlar.

  "Dileseydik oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik. Ne ileri gitmeye ne de geri dönmeye güçleri yetmezdi. (Yâsin- 67) “.

  Bu büyük irade karşısında çok âciz olan ve O’nun verdiği güç ve irade ile ayakta duran bu insan, acaba neden kendisinde bir varlık görüp de bu kadar şımarmaktadır ? Ama bu güç kendisinden alındığında hiçbir şey olmadığı ortaya çıkmaktadır. "Biz kime uzun ömür verirsek, onun yaratılı şını baş aşağı çeviririz. Hâlâ akıllarını kullanmıyorlar mı? (Yâsin- 68) “,âyetinde, o kendisini güçlü hissedenlerin zamanla bünyeleri zayıflar, şekilleri ve suretleri değişir, gençliklerinin aksine gün be gün kuvvetten düşüp zayıflıkları artar ve ölüme doğru yürütülürler, zihinleri yavaş yavaş gerilemeye  başlar, yaşlılıktaki bu yıpranmayı durdurmak artık mümkün olmaz. Bu insanoğlu için ne büyük bir gaflettir.

  "Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona gerekmezdi de. Bu ancak bir zikirdir ve apaçık bir Kur'an'dır. (Yâsin- 69)”.

  Peygamberimizin peygamberliğini inkâr edenleri reddetmek, Kur’ân-ı Kerim’in ne söz ne de şiir olmadığı, O’nun Hakk yolu gösteren hüküm ve hikmetlerle dolu bir iman rehberi olduğu, O’nun insanlara tebliğ ettiği bu Kur’ân’ın âyetleri de şiir kabilinden değildir. O, vazifesi itibariyle bir öğüttür, okunması itibariyle de Kur’ân’dır. O, başka bir söze veya şiire benzemez.

 "Tâ ki diri olan kimseyi uyarasın. Ve verilen söz de kâfirlerin aleyhine gerçekleşsin. (Yâsin- 70) “ âyetinde, uyarılara kulak verenlerin diri, bunu dinlemeyenlerin de ölü oldukları, Kur’ân-ı Kerim’in uyarması kalbi diri, basireti  açık olanlar için olduğu, hakiki müminlerin de bunlar olduğu bidirilmektedir. Söz, inat ve ısrar edenlerin aleyhine tecelli ettiği gibi, azabı hak ettiklerini de tescil etmektedir.

  Kâinatta bulunan tüm yaratılmışlar yüce Rabbimizin birliğine,kudret ve büyüklüğüne delildirler ve şehadet ederler. Hele hayvanların yaratılışları O İlâhî kudretin bir göstergesi ve tecellisidir. Her birisinde bir ibret dersi vardır. Bu hayvanlar ki vasıtasız, örneksiz ve modelsiz yaratılmışlardır ve insanlar bunlardan büyük faydalar temin etmektedirler. Bütün bunlara rağmen bu gerçeklere gözünü kapamak büyük bir sapıklıktır.

  "Onlar görmediler mi ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere kendilerine nice hayvanlar yarattık. Onlar da bunlara sahip olmaktadırlar. (Yâsin- 71)”.

   Bu hayvanlar ki çok güçlü ve kuvvetlidirler. İnsanlar onlara biner,yük taşır istedikleri yere götürürler, gerektiğinde de keserler. Onlar da buna karşı gelmezler. Mesela on yaşındaki bir çocuk, o güçlü öküzleri arabaya koşup istediği gibi yönetir. Mesela atlar, hiçbir zaman jokeylerine “Hele dur biraz da ben sana bineyim” demediler, demezler. Hayvanların, insanlara sağladığı faydalar sayılamayacak kadar çoktur. Bu aşikar olan bir nimettir. Bunu bize bu âyetlerle hatırlatan yüce Rabbimize şükretmemiz emrediliyor.

  "O hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Kimine binerler, kiminin de etinden yerler. (Yâsin 72) “.

  İnsanlar ayrıca, bu hayvanların sütü, yağı, derisi, iç yağından da faydalanırlar. Hatta onlardan süs eşyaları dahi yapar ve giyerler. İnsan hayatında çok önemli bir yer tutarlar. Hele hele otu yiyip vücutlarındaki kan ve irine karıştırmadan, süt gibi lezzetli o gıdayı vücut fabrikalarında Allah’ın emriyle yaparlar. İşte yüce Rabbimiz, bütün bu nimetlerini sere serpe yaymış ki bunlar bir vesile olarak kendisine şükretmemiz içindir. Acaba insan  bu nimetlere neden nankörlük etmektedir ki ?

  "O hayvanlarda kendileri için daha nice faydalar ve içecekler vardır.Hâlâ şükretmezler mi?. (Yâsin- 73) “.

  Bütün bu nimetlere karşılık yine de inat ve ısrar ederler. Bunlar, bir kısmı putlara tapmadıkları halde, tevhit akidesine de bağlanmamışlar, ne   yazık ki şirkten de tamamen kurtulamamışlardır.

  "Onlar kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah'tan başka ilâhlar edindiler. (Yâsin-74) “, mübarek âyeti bunlar içindir.

  Bunlar dünya nimetlerine taparcasına düşkünlük gösterirler. Açık veya gizli bir şirk karıştırmadan, halis bir tevhit ile inanmazlar. Yüce Rabbimiz bu gibi kimselerin yaptıklarının batıl olduğunu bildirerek şöyle emir ferman ederler : "Oysa onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri o ilâhlar için yardıma hazır askerlerdir. (Yâsin- 75)”.

   Rabbine gönlünden inanan, O’na sığınıp  güvenen müminler, böylelerini görmezler. Onların nazarında bunların bir kıymeti de yoktur.

  “ Sözleri seni üzmesin. Şüphesiz ki biz, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliriz. (Yâsin- 76) “.

  "İnsan, bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmüyor mu?. Böyle iken nasıl oluyor da apaçık bir hasım kesiliyor?. (Yâsin - 77)”.

  Bu mübarek âyette de zayıf, güçsüz ve değersiz olan bir sıvı nutfeden çok değerli bir insanı yaratmak ne büyük bir kudrettir. Böyle bir kudret karşısında insanın sürünmesi gerekir. Nedense insan aslını unutarak yüce Yaratıcısına karşı hem düşman kesiliyor hem  şirk koşuyor hem de o kısır, sınırlı aklıyla mantık yürütmeye kalkışıyor. Bu ne büyük bir sapıklıktır.

  Bu durum, gafil ve cahil insanın durumudur. Halbuki insan, yüce Rabb’ine değil karşı çıkmak, O’na kulluk yapmak için yaratılmıştır.

  "Kendi yaratılışını unutur da: 'Şu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?' diyerek bize misal vermeye kalkışır. (Yâsin- 78)”.

  Acaba insan, mükemmel suretteki yaratılışını neden unutur da böyle bir  sapıklığa düşer? Kendisini hiç yoktan varettiğini düşünmez de çürümüş kemiklerin yaratılmasını nasıl olur da uzak bir ihtimal olarak görür?  Halbuki kolaylık ve zorluk insan anlayışına göredir. Bu muazzam kâinatı kudretinde tutan Allah’ımız, dilerse tüm bu âlemi siler, süpürür,yok eder ve hiç görülmedik yepyeni bir âlem yaratır. O’nun büyüklüğü, bunu yapacak büyüklüktedir.

  Kaldıki o kemikleri bir araya getirip üzerlerini etle kaplayıp sonra da onu yoktan var etmek O’na güç değildir. Bunu söyleyenler, koskoca bir ilkbaharın nasıl geldiğini görüp insan olarak hiç düşünmezler mi? Düşünmezlerse bunlar hayvandan daha aşağıdırlar.

  Yüce Rabbimiz, böyle diyen o müşrike ve onun gibilere şöyle cevap vermektedir :

   "De ki: Onları ilk defa yaratan diriltecek. O her türlü yaratmayı hakkıyla bilir. (Yâsin- 79) “.

    Bütün kâinatı yoktan yaratan kudret, muhakkak ki insanı ikinci defa yaratır. Birinci yaratmaya gücü yeten, yeniden yaratmaya da kadirdir. O’nun için ; daha büyük, daha küçük, daha zor, daha kolay diye bir şey söz konusu değildir. Çürüyen cesetleri yeniden diriltmek O’na güç gelmez. Şu muazzam arza hayat veren Rabb’imiz için bu çok kolaydır. Bu kâinatı istediği zaman bir yaprak gibi dürer ve yanına koyar. O çok güçlüdür ve hakimdir. Âmennâ ve Saddaknâ.

  Bu mübarek âyet de insanın nutfeden yaratılmasından daha harikulâde bir hadiseyi anlatmaktadır. Bu öyle mükemmel bir şeydir ki yeşil bir şeyden ateş çıkarmaktadır. Biliniyor ki su ateşi söndürdüğü halde bu ateş su ihtiva eden yeşil bir ağaçtan çıkıyor. Su ve ateş zıt şeylerdir. Bu zıt şeyleri bir araya getiren o güç, ağaçta olan kömür ve odunun yanıcılığını değil, temas ve sürtme ile yeşil ağaçtan meydana gelen tutuşma ve harareti haber vermektedir. Bu olay bilinen ve bilimle ispatlanan elektrik hadisesidir ki bu âyette elektriğe de işaret edilmektedir.

  Burada ağaçtan bahsedilirken yeşil sıfatına yer verilmesi, küre-i arzı kaplayan bitkilerin sürekli oksijen yaydığı ve yanmanın da oksijenle meydana geldiği belirtilmektedir.

  "O ki, sizin için yeşil ağaçtan ateş çıkardı. Siz de ondan ateş yakıyorsunuz." (Yâsin: 80)

   Öldükten sonra diriltme de tıpkı ilk yaratma gibidir. Bu yüce Rabbimize son derece kolaydır.

  "Gökleri ve yeri yaratan, kendileri gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir.O her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir. (Yâsin- 81)”.

  Bütün kâinatı bir tek “ Ol ” emri ile yaratan, büyüklük,kudret, ululuk sahibi Allah (C.C.) herhangi bir şeyin var olmasını istediği zaman bir tek emir verir, bu emrin tekrarına da ihtiyaç yoktur. “ Ol ” dediği zaman o şey o anda var olur. Bu ilahi emir, aynı zamanda yokluk âleminden, varlık âlemine çıkarmayı da göstermektedir. Her şey O dilediği anda oluverir.

  “Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri sadece: 'Ol!' demekten ibarettir. O da hemen oluverir. (Yâsin- 82)”.

  Yüce Rabbimiz bir şeyi yaratmak istediği zaman; ne onu düşünür, tasarlar, bunun için zamana ve mekana, örnek veya örneklere ihtiyaç duymaz. Görüldüğü gibi, kâinat içerisindeki her şeyi benzersiz ve örneksiz yaratmıştır. En güzeli, en iyiyi, en mükemmeli hikmetle o yaratmıştır. O’nun buyruğu bir göz kırpması gibi, bir tek andır.

  "Her şeyin melekûtu (tasarrufu) elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir." (Yâsin: 83)

  Kâinatta her şey O’nundur. Her şeye sahip olmak O’na mahsus olan bir şeydir. Diğer mahlukatın sahipliği geçicidir. Çok zengin, çok hünerli, çok bilgili, çok mucit birinin sahipliği mezarda son bulur.

  Gökler ve yerler O’nun kudretindedir. Emir vermek de yaratmak da O’na mahsustur. O diri ve bâkidir. Böyle olan yüce Rabbimizi tenzih ve takdis ederiz. O her türlü övgüye lâyıktır. Âmennâ ve  Saddaknâ.

  İşte ey Müminler !.. Gerek Kur’ân-ı Kerim’i gerekse Yâsin-i Şerif’i bu yüce anlamları doğrultusunda okuyup anlamalıyız. Sadece, para vermek ve almak için değil. Allah (C.C.) tüm inananları gafletten uyandırsın. Âmin !..

    Selam ve dua ile …

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 yerli
 21 Ağustos 2015 Cuma 23:42
1400 senedir anlaşılmadıysa nasıl yapacaksınız yasinin anlam ve önemini izah edebilmeyi..gündeme de çok uygun zaten konu..
 öğrenci
 16 Ağustos 2015 Pazar 16:20
hocam Allah razı olsun.Yasin ancak ve ancak bu kadar güzel anlatılır.bugüne kadar ki Yasin ile yazılan yazıların belki en güzeli bu.Yasinin bu kadar muazzam olduğunu bu yazıdan öğrendik.bu yazıyı herkesin okuması lazım.böyle açıklayıcı bir yazıdan dolayı saygılarımı sunuyorum.işte Kur'an bu Yasin bu.bu kadar güzel bir yazı yazılabilir.ellerinden öpüyorum.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi