MENÜ
Erzurum 18°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Toplumsal tarifimiz: Lumpenlik
İbrahim Aydemir
YAZARLAR
1 Şubat 2011 Salı

Toplumsal tarifimiz: Lumpenlik

 

Agah Oktay Güner'in İsraf Ekonomisi'nin başucu kitabı olduğu yılları çok geride bıraktık.

Nebati margarinden sigaraya varıncaya kadar uzun kuyruk çileleri çekilerek ihtiyaç maddelerinin elde edildiği 70 li yıllarda, yokluğun kol gezdiği bir zaman diliminde bile Güner, ülkemizde zamandan yakıta kadar rastgele yapılan tüketimi tenkit ediyordu.

Kendisinin de Ticaret Bakanı olduğu Milliyetçi Cephe adıyla isimlendirilen hükümet Lüksemburg'dan bile kredi talep ediyordu.

Kamu kuruluşları mutad işlerini takip ve icra için akaryakıt bulamıyordu... Akaryakıt yoktu, sigara yoktu, margarin yoktu…

Ve Güner o günün şartlarında bile israftan bahsediyor, tespitlerini sunuyor ve daha sonra yayımladığı Verim ekonomisiyle de israf hastalığının giderilmesi için reçete sunuyordu...

Bugün dünyanın ekonomisi en zengin gelişmiş 20'lerin kapısını araladık.

Çoğu evlerde ikişer televizyon, buzdolabı, çamaşır makinası, elektirik süpürgesinin olması artık normal sayılmaya başlandı.

Habire tüketiyor, durmadan harcama yapıyoruz..

Önce durmadan yiyor sonra da fazla kilolardan kurtulmak için diyet masrafları yapıyoruz.

Cep telefonları gırla gidiyor.

Belediye otobüslerinde, asgari ücretle geçinen işçi çocuklarının ceplerinden bile çağrı sesleri duymaya alıştık.

Caddelerimizde lüks arabalar geçit vermiyor; araba pazarları bir yılını doldurmamış lüks markalı arabalarla dolu.

Evlerimizin duvarları freskli, payandaları kartonpiyer…

Çoğu evlerde alçı mask ve çıkarmalar bezeme olarak karşımıza çıkıyor. Her evde bir başka boş evi donatacak kadar fazla eşya var…

Yazlık kışlık ev sahibi olmak, toplum içinde kalıcı bir statüye kavuşmak için şart gösteriliyor.

Toplum lüks tüketim yarışı içinde…

Yıllarca evvel Almanya'ya işçi olarak gidip gelenler, elektronik ve oturma eşyalarının çöplüklere atıldığını, tamir edilmeyip, hurda olarak kullanıldığını anlatır, bizler de hayret içinde dinlerdik.

Televizyonlu evlere komşu akının yaşandığı yıllardı.

Bu durumun üretim ve tüketim zincirinin bir gereği olduğunu bilmiyorduk.

Ekonomik ve siyasi düşüncelerin kapitalizm ve komünizm arasına sıkıştığı bu devre de pazar ekonomisinin anlaşılmasını beklemek de pek mümkün değildi aslında.

Sıkça ifade ettiğimiz üzere "kullan at"  dönemine girdik birden bire.

Önce zamanı, sonra eşyayı, niha—i olarak da insan'ı ve değerleri kullanıp atmak modasına kapıldık.

Toplumuzda eşyaya karşı zaptedilmez bir iştiha başladı...

Yastık altı tasarrufları beyaz eşyaya yöneldi...

Sonra arabalara ve sonra..

Harcamalar ihtiyaca göre ve yeterince değil, lükse ve sınırsızlığa yöneldi birden bire.

Sahip olmak duygusunun karşı konulmaz cazibesi bir hastalık halinde bütün toplumumuzu sardı, kuşattı.

Önceleri yalnızca yoksullardı ihtiyaç sahipleri, sonra herkes ihtiyaçlı olmayı bir yaşama biçimi haline getiriverdi.

Elindekiyle yetinmenin öğreti halinde nesillere aktarıldığı toplumda, bir anda ve bilinmeyen bir saik tarafından başkalarınınkine de göz koymak moda oldu.

Zaruret dışında borçlanmanın edebe muğayir olduğu cemiyetimizde, borcun oranı rütbe ve borçlu olmak normal bir hal sayıldı.

Borçlu yiğitlerimiz çoğalınca, ihtiras kamçılarını pazarlayanlar kâr üstüne kâr ettiler durmadan.

Kimileri bu durumu dürümden hamburgere, sedirden çekyata, faytondan arabaya hazırlıksız geçişimizle izah ettiler.

Kimilerimiz inançların zayıflaması ve kanaat anlayışının, mütevazilik kavramının ortadan kaldırılmasıyla açıkladılar halimizi…

Herkes bir şey söyledi ve herkes tüketmeye devam etti.

Komşuda pişen komşuya değil çöpe gitti..

Ağlayanın malını gülerek alanların sayısında artış oldu.

Yalnız maddede değildi bu çılgın yarış ve geçmişteki halden kopuş..

Bilenin konuştuğu toplumumuz, ağzı olanın konuştuğu bir topluma çevriliverdi.

Nefesiniz bile hesapla verilmiştir, boş konuşup harcamayın nasihatleriyle büyüyenler azaldıkça çok şey konuşup hiçbir şey anlatamayanlar, birbirini anlamayanlar çoğaldı.

Herkes konuştu ve herkes birbirine kulak tıkadı.

Bilmeyenler fikir serdederken bilenler sükuta sığındı.

Düşünceyi pazara çıkaranlar, ideolojileri bitpazarına düşürdüler.

Hemen herşey tartışmalara sunuldu...

Ekonomiden dine, spordan harbe kadar toplumsal argümanlar eleştirildi, değiştirilmeye çalışıldı, konuşuldu, tartışıldı ve üzerinde mutabık kalınan kavramları kaybedince tarifsiz bir toplum haline geliverdik...

Tekstil tabiriyle maksi endişelerimiz minileşti...

Ortak değerlerde riyayı mezhep bilenler arttıkça, zevklerimizde ikiyüzlü olmadığımız ortaya çıktı. 

Renklerin ve zevklerin tartışılmayacağı şeklindeki şifahi hayat kanununu meclisten geçmeden yasalaştırdık ve hepimiz onu asla ihlal etmedik.

Nasıl sahip olunduğundan çok ne kadar sahip olunduğu önem kazandı.

Bir gecede zengin olanlar iş bilir, kanaat erbabı da akılsız addedildi toplumsal hayat literatürümüzde.

Günahlarımızı zamanın gereği budur diye tevile kalkıştık.

Eskiden sosyete diyerek zemmettiklerimizin hayat biçim ve standardına kavuşmak topyekün bir hedef haline geliverdi.

Herkes başkasının işine karıştı ve herkes işi dışındaki uğraşlara daha fazla önem verdi.

Büyük Türkçe Sözlüğü Lumpen maddesinde tarif ediyor içinde bulunduğumuz ahvali..

“Şuur ve davranış içinde özenti olma hali” olarak açıklıyor Lumpen'liği.

Toplumuzun hastalığı bu..

Elde etmeye kalkıştıklarımız, israf ettiklerimizin yanında önemsiz. Hedeflerimiz elden düşürdüklerimiz kadar büyük değil.

Bir zamanlar erdem'in hedef, kanaatin amaç ve faziletin en yüksek mertebe olduğu toplumumuz bir şeyler kaybederek geldi 2 binli yıllara…

Lisanımız dahi değişti... Aganigi naganigi diliyle konuşur olduk...

Kimin sebep olduğunu ve kimlerin böyle bir çılgın çığırı başlattığını az çok kestirebiliyoruz artık.

Rahmetli Naim Hoca Erzurum'un büyük camilerinden olan Caferiye Camisi'ndeki bir vaazında gusul abdestini anlatmaktadır.

Guslun farzını üçtür deyip başlar saymaya; "birincisi ağıza buruna su vermek, ikincisi cemi bedeni pak etmek"...

Cemaat, ya üçüncüsü diye sorunca, Naim Hoca kürsüde bir süre şaşkın vaziyette kalır, ardından da manalı bir tebessümle cevap verir; "onu da anlayan anladı gurban" der.

Ümid ederiz, halimizin sebeplerini ve saiklerini de anlayan anlamıştır.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar
 
 11 Şubat 2012 Cumartesi 12:04
sayın ibrahim aydemir haşiizade hacı haşilin hiç oğlu olmamış kızları olmuş bu kızlarından da hayrettin ve sadrettin haşıloğlu doğmamış lafın kısası bu kişiler hiç bir şekilde hacı haşılın torunu değildir doğruyu yazın.behzat içten
 emirhan
 2 Mart 2011 Çarşamba 01:43
ibrahim abi çok güzel diyosun lüpeniz fakat şunuda unutmamak gerek; bu, bizde yeni bişey değil: Osmanlı teknoloji ve bilimde geri kaldığı dönemlerde o gün bize göre ilerde olan avrupaya elçiler gönderdi, gidenler geriye lumpen olarak geldiler, 194'larda 50 lerde gidenler kültürel ve ideolojik lumpen olarak geldiler, 1980 öncesi ülke içersinde gönderilenler lüks ve zenginlik lumpenleri olarak geldiler, yine aynı yıllarda bir ekmeği olsa bölenler 20'li yaşlarına kadar sosyal ekonominin 30'lu yaşlar ve sonrasında kapitalizmin lumpenleri oldular, erzurumun sosyal idaresinde kanaatkar olanlar erzurumun kanaat önderliği lumpenleri oldular lafın kısası bir lumpenliktir sarmış ruhumuzu gidiyor... Bu arada bi öz eleştiriyle sizin lumpenliğiniz yakışıklı ve karizmatik oluşunuzmu. saygılar.
 Dr.S.Kocaoğlu
 3 Şubat 2011 Perşembe 21:04
Sayın Aydemir,günümüz bu kadar güzel tarif edilir,tebrikler.
 M.M.ALOR
 3 Şubat 2011 Perşembe 08:52
Değerli Abiciğim eline diline sağlık toplumumuzun en kötü durumlarından birine parmak basarak konuyu çok güzel aktarmışsınız. Umarım'ki kendi adıma ve toplum adına parmak bastığınız lumpenlik hastalığından çuvaldızı önce kendimize batırarak ders çıkarmamız ve o eski insani değerlerimize önem veren bir toplum ve fert olmamız düşünçesi ile selam ve saygılarımı sunarım.
 selami kıl
 3 Şubat 2011 Perşembe 05:00
ibrahim bey;yazdıklarınız doğru. katılıyorum. evinde yok ayran aşı kendi gezer bölükbaşı,misali. dün hesapladım ayda sadece lüks tüketimlerin gideri enaz 1000 tl tutuyor. bu yüzden halk kredi kart kurbanı oldu. sevgi ve saygıyla...
 Hulki tunç
 1 Şubat 2011 Salı 18:05
anlattığınız herşey, aslına küretasselleşmenin bir sonucu. çağımız toplumlarının ana karakteristiğini "tüketim toplumu" olarak niteleresek, herşeyin içinin boşaldığı postmodern bir zaman aralığında erzurum'un da bundan haliyle üzerine düşen payını aldığını söyleyebiliriz. yani lümpenlik günümüz insanının ana karakteri. yazar bunu erzurum insanına indirgeyerek çok iyi anlatmış. emeğine, yüreğine sağlık.
 özlem kara
 1 Şubat 2011 Salı 13:31
bende hep merak ederdim ki bu lümpen ne demek. demek Özenti hali. o zaman hepimiz lümpeniz desenize. ben çevreme bakıyorumda en özentisiz olanı bile lümpen.
 cevri kemal yoncalıklı
 1 Şubat 2011 Salı 13:29
hey gidi naim hoca, Allah rahmet eylesin. Aynen öyle derdi. Adam her harekitiyle millete birşyler öğretirdide öldükten sonra anladılar onu.
Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi