MENÜ
Erzurum 17°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Şehitlerimiz ve istikametimiz
Metin Boşnak
YAZARLAR
16 Eylül 2015 Çarşamba

Şehitlerimiz ve istikametimiz

Eskiden masum-mazlumdan yana olan milli refleksimiz epeydirgüçlüden yana tavır kılmış görünüyor. Küresel dayatmaların odak noktasındayız. “Dayatma” meselesi kişilerin ya da grupların güç algılamalarıyla ilgili bir olgu. Yani taraf kendisini güçlü ya da çoğunlukta hissediyorsa, ona göre dayatma ya da dayatılma rollerine giriyor. “Milletimiz” de güce saygı hakka saygıdan öteye geçmedikçe de durum değişmeyecek.

 

Peki, biz kimiz? İstikametimiz nedir?

Her bir başkası olma isteği kimlikle ilgili bir sorun ifadesidir. Bireysel olarak kişilerin iç bütünlüğü, kapasitesi ve hayata dair adalet, liyakat ve itikat algılamalarıyla ilgili bir sorundur. Türkiye’de laikçilerden çok muhafazakâr kesimler bugün Batılılaşma meselesine daha çok taraftır. Farklı kesimler iktidar savaşlarını içeride halledemediği, hep karşı tarafın piyonlarıyla oyun kazanmaya uğraştığı için, güreşi minderin dışına taşırma işinin adıdır bu. O nedenle, kazananın Türkiye olması zorlaşmaktadır.

Kemalistler, eskiden Atatürk’ün “Batılılaşma” prensipleri doğrultusunda bu oluşum içinde olmayı isterlerdi. Kemalist Batıcılık bu nedenle hâlâ Avrupai Batı’ya yakın duruyor. Gerçi, “Batı” hatta Avrupa çoğu insan için, entelektüel-sanatçı kesiminde Paris, hatta Paris’in belli semtlerinden ibaretti. İşçi kesimi için ise, ekseri Almanya oldu ve o Almanya’da kendi bulunduğu semtten ve semtteki insanlardan öteye geçmedi.  Rahmetli Necip Fazıl ve Cemil Meriç’te bile bu eğilimleri görmek mümkündür.  Bir nebze bunu kıran Ahmet Hamdi Tanpınar oldu. Bu nedenle, Batı ve Batılıya karşı negatif ve pozitif komplekslerden arınmış bir entelektüel birikimimiz fazla artmadı.

Muhafazakârlarda da diğer Batı sevdası var: Amerikan tipi olan. Yaklaşık iki asırdır Batı dediğimiz hâlâ tanımlamakta sıkıntılar olan heyulaya karşı sadece ya cevap yetiştirmek ya da nefretle karışık kıskanma hisleriyle Batı’yı –tamam tarafsız demiyorum--ama izanla çalışan kaç insan var Türkiye’de? Batı hâlâtelevizyondan ve gazetedeki müzmin Batıcı ya da Müzmin Batı düşmanı olanların ekran ve kalemlerinden akan ve İsrail-Filistin şuuraltıyla oluşan blok fikirlerden oluşuyor. Buna bir de Batı’nın sihirli değneğiyle kolaydan zengin olmak isteyen kurnazlıkları eklersek, resim tamamlanır.

Öte yandan, ekonomik pastadan yeterince istifade edemeyen kesimlerde, ya katı bir Marksistlik, ya bilinçsiz, tepkisel bir mensubiyet eğilimi ile İslamcılık gelişti. İslamcılık ve Sosyalist fikirler “sömürü” karşıtı olarak geliştiler. Tercümelerle oluşan birikimler, “ötekilerle” “biz” arasındaki haldeki ekonomik gelişmişlik farkına işaret ediyordu. Daha önceleri Batı’yı “Batıl” olarak, küfrün ve melanetin yatağı olarak görenler, iç siyasetteki kavgalarına destek bulabilmek için AB jokerini kullanmaya yöneldiler. Ki bu da dayatmanın bir başka türü oldu. Sosyalistler Rusya, İslamcılar İran'la dayanışmayı anlamlı gördüler.

Aslında Kemalist söylemle muhafazakârlığın birleştiği nokta oldu Batıcılık. Normalde Batı’dan ne anladıkları belirsiz ise de, bir tür İslami ve neyi muhafaza ettikleri muğlâk bir muhafazakârlık söz konusu. Başbakanın bir ara öğrencilere nasihat olarak söylediği sözlerden, Batı ile ilgili idrakimizin ne olduğu oraya çıkıyor.  Mehmet Akif’ten bir adım ileri gitmediği gibi, geride olduğu bile söylenebilir. Buna rağmen sanıyorum, birilerinin el ovuşturarak “aferin işte böyle ol!” dercesine izledikleri süreçte, hep Batı ve hassaten Avrupa Birliği oldu. 

Milliyetçilik ise, “geçmişte neydik, şimdi neyiz?” sorusuyla belirginleşti. Yani durumu kendi içinde, mazi ve halde kendisiyle kıyasladı. Bir ucuyla İslamcılıkla benzer noktaları vardı. Ancak ayrıldıkları nokta Cumhuriyeti İslamcılık topyekûneleştirirken, milliyetçilik tarihi bütünlük içinde ve değişen hanedan ya da sistemlere rağmen devamlılık içinde görmek istiyordu. Bu eğilimin hem Türkiye içinde hem de Türklerin olduğu dış ülkelerde yansımaları aşağı yukarı aynı minval üzere gelişti. Rusya’nın ezdiği Müslüman-Türk halklardan dolayı Amerika’ya daha yakın hiza aldılar.

Liberalizm ya da onun Türkiye görünümü en çok AB ile özdeşleşti. Türkiye’de Avrupa Birliği yasalarının ne getirip ne götüreceğini bilmek için uzmanlık hatırına bile olsa baştan sonra okumuş bir tek insan olduğunu sanmıyorum. Yıllar önce baktığımda 100.000 bin sayfaydı AB yasaları.Â İşin daha ilginç tarafı, sonradan Birliğe Türkiye gibi katılan ya da katılmak isteyen ülke halkları haricinde, Birlik halklarının referandumlarıyla olan bir süreç de değil AB. Biraz müstakbel, muhtemel belaları, savaşları bertaraf etmek, aradaki iktisadi bağlarla burjuva ve siyasi seçkinlerin elini güçlendirmek, biraz ABD’ye karşı BAD olmak, soğuk savaş döneminde Rusya’ya karşı bir nispi güvence hissi AB’yi oluşturdu. 

AB Türkiye’ye havucu gösterip tavşanın tüylerini soymak ve hatta mümkünse bacaklarını almak için uğraşıyor, tavşan da “benim ayaklarım zaten koordineli çalışmıyor şu havucu kapsam” edasında davranıyor. 

Gariptir ki, bu eğilimleri AB-D siyasetçileri de iyi bilip kullanıyorlar. Bunun diğer bir tezahürü de düşmanının düşmanıyla dostluk kurmak meselesidir. Başbakan Çiller ve nicelerinin de yaptığı gibi, kendilerine siyasi ve ekonomik ikbal teminidir.  AB mahkemeleri ve yasalarını göstererek, Türkiye’deki “zinde” güçleri terbiye edeceksiniz, çünkü başka çıkar yol göremiyorlar. Yani zinde güç AB olacak! 

AB deyince, daha demokratik olacak ülke, daha zengin olacak, “eeh kokoreç belki yasak olacak ama olsun!” Milletin genel algılaması bu. Öte yandan zinde güçleri etkisizleştirince, birden farkına varacaksınız ki AB türban istemiyor üniversite öncesi aşamalarda. Sonra Amerika’ya nazar ediyorsunuz, alt eğitim aşamalarında da türban olabiliyor. Sonra mesleğini de türbanlı icra etmede, en azından 9/11 öncesinde sorun yok.  O halde, acaba model öyle mi olsa diye akla geliyor. Yine gözden kaçan durum, bu tür durumların refleksif sevme ve nefretle insiyaki hislerle holistik olarak görülmemesi.  

Yani…

Başörtüsü “bez parçasından” ibarettir diyen algı ile “bayrak dediğin bir bez parçasıdır” diye aklın ittifak ettiği zamanlardayız. Diğerleri arasında gazlı bezi de sayabilirsiniz. Ancak ne bayrak ne de başörtüsü “bez parçasıdır.” Bugünlerde “size bir bez parçasını verdik, siz de karşılığında diğerini bize verin!” diyenler var. Aslında bez parçası deyince akla gelen sadece kefendir. Ama inancımız onların da zaten aslındaşehitlerin ölmediğini, ancak hayat boyutlarının değiştiğini ifade ediyor. 

Bu vesile ile terör şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Milletimizin başı sağ olsun. Terör şehitleri bez parçası için değil, Milleti için canlarını verdiler. Kabilecilikten öte, millet olmaya gayret etmediğimiz sürece daha küçülmüş kabileler olarak yaşayacak, hem Türkiye hem İslam âleminin daha kolay lokmalar olmasını kolaylaştıracağız. Yaşadıklarımız geride, yaşamak zorunda kalacaklarımız gelecekte. Öte yandan, her nasılsa, İslam âlemi ümmetin bütün sorunlarını Türkiye’ye havale etmiş görünüyor: Filistin, Irak, Mısır, Libya, Sudan, Myanmar, Doğu Türkistan… Allah zeval vermesin, ama dünya çapında paylaşım ittifaklarının olduğu günümüzde ittifak edecek kimimiz var ki?

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi