Şehir ve şehirleşme…
Ya da, şehirli olma üzerine düşülen onbinlerce, yüzbinlerce not var…
Ne ki, öğretici olmuyor zahir…
Ki, her geçen gün çok daha mustarip hale geliyoruz…
Şehirler bir bakıma istila ediliyorlar.
Asli hallerinden uzaklaştırılıp, ucube, birbirine benzer yerleşim mekanları çıkıyor orta yere…
AVM’ler, plazalar, rezidanslar, güvenlikli sitelerin ele geçirdiği şehirler.
İnsan yok!
Var olan sadece sadece eşya.
Ve tabi…
Ruhsuz bedenler.
Neye yararsa…
Rahmetli Necip Fazıl bu hal üzerine mi demiş; “Satıhta süslenmek isterken ruhta kuruduk!” muhteşem ifadesini…
Şükür Erzurum henüz bu halde değil…
Ancak…
Evriliyoruz…
Hem de hızla.
***
Oysa şehri tarif edenler, medine kavramına vurgu yaparlardı…
Medeni olma hali…
Medeniyet..
Var mı?
Anane, töre, gelenek, görenek…
Ve tabii, mekan idraki..
Gören var mı?
Kaybediyoruz!
Bir güzel ve zonklayan beyin…
“Modern vaktin barbarları, vampirler gibi nerede bir toprak kokusu alsa oraya saldırıyorlar” diyor ya…
Rahmet olsun geçmişlerine…
Ne kadar doğru…
Ne kadar yerinde tespit.
Bizim diyebileceğimiz, bizi ifade eden, bizden sayılacak ne kadar yer kaldı?
Bakınız etrafa…
Var mı?
Az; çok az!
***
Şehirlerimizi kuşatanlar, istila edip yer ile yeksan edenlerin kullandıkları pek masum kavramlar var…
Başta geleni; kentsel dönüşüm…
Eyvallah!
Metruk olanı…
Harap, bitap düşeni düzelt…
Buna itiraz yok…
Ancak…
Marka şehir konsepti diye tutturup, medeni olanı yok etmek niye?
Medenileşelim derken, ruhtan ari bir hale gelmek…
Eyvah ki eyvah!
Dünya kenti teranesi komik kaçıyor bu gibi durumlarda.
Beton atıklar…
İçlerine üşüşmüş yaratıklar…
Oysa…
Yetkin bir Çevre Şehircilik Bakanımız var…
Mehmet Özhaseki…
Birikimli, duyarlı.
Şehirli…
Daha fevkinde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan var…
Yine, Başbakanımız Binali Yıldırım Bey…
Öyle ise…
Şehrin tarif edilmiş şu haline bir an önce adapte olalım.
“…geldiğinizde sanki güneşin içine atıyorsunuz adımlarınızı. Güneş sizi sıkıca sarıp sarmalıyor, ışıkları yüzlerce aynada bütün çevreye yansıyor… Gülümseyen… değerli ve büyük geçmişini koruyan bir kent… Bu kent ressamlara renkli yaşamıyla öylesine bol bir coşku, müzisyenlere öylesine heyecan verici ritimler, ruhlarını canlandıran öylesine sonsuz bir sevinç armağan ediyor ki… Kendi olağanüstü olan bir şehirde niçin olağanüstü şeyler yaşanmasın? “