Az konuşanlar pek az...
Çok konuşanlar ise sık sık pişman olurlar...
Bu yüzden olsa gerek ki, “çok bilenler konuşmaz, çok konuşanlar bilmez” demişler...
Bu konuda tarih boyu ciddi bir ısrar ve tembih var...
“Çok bilmeli, az konuşmalı, her soruya cevap vermemelidir”
“Çok dinle, az konuş”
“Çok konuşmak, insanın gözden düşmesi için en kısa ve en emin yoldur”
***
Buna ilişkin en can alıcı söz:
“Yalnızca bilenler konuşsaydı, dünya sessizliğe bürünürdü”
Bu demek değildir ki...
Her hal ve şart altında sükut...
Hayır...
Ölçü önemli...
Bunun içindir ki;
İki kulak bir ağız...
İki dinle bir konuş manasınadır...
***
Yerine göre elbette konuşmak...
Öncelikli şartı ise...
Konuşulacak konuya hakim olmak.
Dale Carnegie’nin koyduğu kıstas ağır kaçsa da...
Kulak vermek lazım...
Ne diyor:
“İnsan konuşacağı şeyden kırk kat fazlasını bilmiyorsa konuşmamalıdır”
Bir başka ölçüyü de şöylece dillendirmiş:
“Konuşma bir bayanın eteği gibi; ilgiyi sürdürecek kadar kısa, konuyu kapsayacak kadar uzun olmalı”
***
Kısa olmalı, anlamlı olmalı...
Güzel olmalı, tenvir etmeli...
***
Bunun için yapılması gerekenler...
Konuştuğunuz bireye veya kitleye önem vermek, saygılı olmak...
En mühimi de övünmemek..
Samimî olmak ve yapmacıklıktan sakınmak.
Yere, zamana, duruma, muhataba uygun bir konu seçip konuşmak.
Bu nokta da esas alınacak karine...
Düşündüklerimizin hepsini söylememek fakat söylediklerimizi düşünüp söylemek. Söyleyecek sözünüz olmadığı zaman susmasını bilmek..
Sözü gereksiz yere uzatmamak.
***
Yine bu konuda dikkat edilecek bir başka husus ise:
Muhataplarımıza sık sık nasihat vermeye kalkışmamak.
Düşüncelerimiz sorulduğunda usulüne uygun karşılık vermek.
***
Konuşmada önemli hususlardan birisi de kelime dağarcığıdır...
İşte bu yüzden...
Söz varlığımızı artırmak...
Mahdut bir lisanla, tekrarlanan kelimelerle konuşmamak lazım...
Bir başka önemli nokta:
Kısa cümlelerle konuşmak....
Sağlam cümleler kurarak...
***
Bütün bunları bilelim...
Lakin...
Yine başa dönelim..
Ve...
Hatırlatalım...
Konuş...
Ancak!
İki dinle bir konuş...