Erzurum Gazetesi Arşiv
Biz Bu Değiliz!
"Hakikatte bir memleketi diğerine benzetmek üzere yapılan teşebbüsler tabii bir gidişi hızlandırmak veya yavaşlatmaktan başka işe yaramaz" Merhum Erol Güngör Batılılaşma adlı makalesinde bu tesbiti yapıyor ve şöyle devam ediyor;
"Çünkü bir milleti başka milletin tıpkısı haline getirmek imkansızdır. Böyle bir gayret insanlara fuzuli bir ıstırap vermekten öteye gidemez. Sanayi inkilabı önce İngiltere'de olduğu halde İngiltere'yi takip eden diğer Avrupa memleketleri farklı hüvviyetlere sahip olarak geliştiler.
Türkler, Araplar ve Acemler, hatta Pakistanlı ve Endonazyalılar İslam medeniyeti dairesine mensup oldukları halde hiçbirinin müslümanlığı bir diğerinin aynı değildir. Nitekim Batının hristiyanlığı da her memlekette aynı karakteri göstermez. Aynı bürokratik sistem iki memlekette birbirinden farklı bünyelere sahip olur, aynı maddi unsurları kullanan iki cemiyet birbirinden farklı şekil ve muhtevada eserler meydana getirirler. Hadiseye bu açıdan bakıldığı zaman kültür değişmesi için yapılan bürokratik müdahalelerin hiçbir manası yokmuş gibi görünüyor."
Bu tesbitin özü, bizim bize benzemekten başka çaremizin olmadığıdır.
Türkiye'de olup biten ve kamuoyunda yankılar uyandıran bütün olayların müsebbibi, zoraki başkalaşma çabalarının bir sonucu gibi görünüyor.
Son yirmi yıldır çok hızlı ve kuvvetli bir değişime muhatap olduk. İçine sokulduğumuz serbest piyasa ekonomisi şartları, cemiyetin temel dinamiklerini yerinden oynattı. Diğer adıyla liberalizm; ahlakını, kültürünü, ekonomik anlayışını ve yaşama biçimini değişik şekillerde ve bir dayatma biçiminde bizlere sunuyor.
Biz biz olmaktan çıkarılmak isteniyoruz sanki. İnsanımız şaşkın, insanımız bezgin, insanımız garip. Mevcut siyasal ve sosyal çalkantıların sebebi bu.
Milletin bu güne kadar duymaya, yaşamaya alıştığı ritim değişiyor, ahenk başkalaşıyor, enbstrümanlar yabancılaşıyor.
Biz bize benzeriz diyenler, kendilerini tanıyamıyorlar. Öğretmen ders notlarını öğrencilerinin yüzüne fırlatsın, doktor reçetesini hastasının yüzüne çarpsın, trafik polisi ehliyeti sürücünün kafasına çalsın diye bekleniyor. Sonra en temel kurumlar dahi birbiriyle çatışır hale geliyor, yetkiler karışıyor, yetkililer şaşırıyor, milletin aklı karışıyor.
Milletin güvencesi olan kuvvetler birbirine zıtlaşınca, biri bir diğerini itiyor. Sentez yok oluyor; hücre hücre bütün cemiyeti birbirinden ayıran, farklılaştıran bir analiz anlayışı ve ahlakı hakim oluyor ortama.
Ve nihayet Cumhuriyetin bir bakanı Devleti temsil eden Cumhurbaşkanına "nankör" diye hakaret ediyor, Cumhurbaşkanı da, anayasa da uzlaşmaya davet yerine, anayasa metnini masaya atmayı tercih ediyor.
Biz bu değiliz.
Yasama kuvvetinin bir sonucu olan Parlamenter Demokratik sistem yara alıyor; dermanı kesiliyor, yürüyemiyor, yürütülemiyor.
Başkalaşma illetinin bünyemizde açtığı yaraların müsebbibi olarak, bazı çevreler tarafından parlemento işaret ediliyor, parlementer suçlanıyor.
Demokrasilerde çarelerin tükenmediğini unutturmak isteyenlerin bağırtıları, bütün umutlarını parlementer sistemde görenlerin haklı haykırışlarını perdeliyor. Aydınlıktan ürküp, karanlığın özlemini duyanlar, sıkılmadan, hayasızca göğüs gerip gezebilme cürteni bulabiliyorlar böylece.
Hemen her karmaşada, çözümsüzlük üretmekten başka eseri olmayan ve temsil ettikleri parlementonun saygınlığına sahip olacak yerde, erken seçim, yahut hükümet değişikliği gibi düşünceleri dillendirenler de; demokratik sistemdeki bütün sıkıntıların yalnızca parlementer sistemle aşılabileceği gerçeğini unutturmaya gayret ediyorlar yazık ki.
Bizi biz olmaktan çıkarıyor böyleleri. Bizi ve birbirimizi tanıyamıyoruz böylelikle.
Borsa düşebilir, iç ve dış borçlarımız artabilir, yatırımlar yavaşalar, yolsuzluklar ortaya çıkabilir... Bunların komplikasyonu, cemiyetin sakalının traşı yahut toplumun nezle olmasıdır.
Ama cemiyeti ayakta tutan kurumlar dengesizleşir, iletişimleri yok olur, biri diğerini yok sayarsa, korkarım kol kesilir, cemiyet kansere düçar olur. Biz, bize yabancılaşırız. Bunu hakettiğimizi de sanmıyorum.
İbrahim AYDEMİR/22/02/2001