MENÜ
Erzurum 17°
Erzurum Gazetesi
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Çeçenya ah Çeçenya... (47)
Cahit Okcu (Su Dağları)
YAZARLAR
16 Mayıs 2009 Cumartesi

Çeçenya ah Çeçenya... (47)

Hayli duygusal bir hava abandı odaya. Kız gözlerini silmeye başlamıştı ya; hele şu yaralı adamın hali ona hayli dokunmuştu. O haliyle dahi arada bir gülümsemesi vardı ki içi parçalanıyordu. "Yok yok!" bu adam kesin ölürdü!.. Pekte gençti. Ondan hiç ümit yok gibiydi. Ya onları içeri almasalardı!.. Ya sokakta ölseydi şu civan!.. O zaman hayat boyu kendini affeder miydi hiç!.. Sonuçta onların saçtıkları morallerle ayakta durmuyorlar mıydı!.. Birine kızıp, bir azar işitince yada itilip kalkılınca onları çağırmıyorlar mıydı!.. Bunlar kendi savaşçılarıydı elbet. Sadece giyaben tanıdıkları, zaman zaman da elleri, gözleri var mıdır, nasıldır diye merak ettikleri savaşçıları... Öyleyse bu kanlar Çeçenya'nın kanlarıydı...
Hala kardeşinin yanı başında, hala şaşkın ama durumu kabullenmekte hiç gecikmedi Zeynep. İki kardeşte hiç biribirinden ayrılmıyordu zaten. Biri nereye yürürse, diğeri de onunla yürüyor, göz göze gelerek sakinleşmeye çalışıyorlardı.  Sanki erkek olan değil de, kız olan onu koruyordu.
* * *
? Benim Başkent hastanesinde, dahiliye ihtisası da olan cerrah bir arkadaşım var. İstersen onu getirebilirim abi… Sizden biridir… Eş dost toplantılarında olsun diğer mahfillerde olsun; konuşmalarında 'savaşçıları' en hararetle savunan arkadaşımızdır. Bunun için toplantılar, çay davetleri verdiği dahi olur. Çok sağlamdır. Bence hiç düşünmeyin…
Bu arada kardeşi söze karıştı;
? Farah'ı mı dersin abla?..
? Evet Muhemmo!.. Öyle değil mi, Farah bu işi bilir. Yoksa bu adam zayi olur böyle…
? Bir sürprizi olmaz inşallah kardeş?.. Bu tiplerin çoğu hükümet ajanı olur. Tatlı konuşurlar ama acı nokta koyarlar. Yanımızda antibiyotik ve ilk yardım çantası var zaten.
 Dedi ama kendini dahi inandıramadı Babürşah. Umran'ı riske atamazdı. Her iki türlüde risk vardı.
 Şu an bir karar vermek gerekiyordu.
Kız onun tereddütlü halinden cesaret alarak, bu sefer biraz daha üsteledi;
? İnanın öyle biri değil, Farah. Ailesi de uzaktan akraba olur. Zaten öyle de böyle de öğleden sonrası için okula gitmek zorundayım. Çıkacağım yani… İşe gitmezsem ikaz edilir yada bugünkü patlamalardan sonra soruşturulabilirimde… Kaldı ki, kardeşin omuzunun kötü olduğunu siz söylediniz. Zamanımız yok. Tipi var, hastaneye gitmem, şu bu derken zaten epeyi zaman geçer. Yine de siz bilirsiniz…
Bu konuşmalar, birbirlerini kabullenişlerinin hemen ardından yapıldı.
Umran'ın eli yüzü temizlenmiş, kız bezi bizzat Babürşah'ın elinden alarak yapmıştı bu işi.
Babürşah bu ilgiden sonra kısa bir süre düşünüp çaresiz kabul etti, kızın teklifini. Umran an an uyanıp, sonra yeniden kendinden geçiyordu. Merminin giriş yerinden ziyade, çıkış yeri balık ağzı gibi parçalanmıştı. Dikilmesi gerekiyordu. Kan durdurucu şişenin yarısını kullandığı halde yara hala kanıyordu. Bir ara yarayı dağlamayı bile düşündü ama bir türlü karar veremedi. Doktor gelecekse bu mudahaleler tedaviyi güçleştirebilirdi.
Kız gitti.
Umran, ara ara titreme nöbetleri geçiriyor, Babürşah sürekli anlını siliyordu. Henüz ateşlenmemişti ama sonuçta iflah olmaz nöbetler yaşayacaktı. Onu soyundururken, yarı baygın olduğu halde pantolonu cebinden çıkardığı beyaz renkli, oyalı yazmayı elinden hiç bırakmamıştı Umran. Gözlerini aralamış, yazmayı vermesi için kaç kez Babürşah'a işaret etmişti. Babürşah başlarda şaşırmış ama bu anlamsız(!) talebe kayıtsızda kalamamıştı.
 Bu tip yazmaları dağ yöresinde gelinler örterdi ya!..
Oyaları özel olur, incecik, her düğümüne ayrı bir iğne batar, bir kenarına yavuklunun baş harfi işlenirdi ya işte, onlardandı. O türden. Bu yazmayı taşıyan kişi, gittiği her nereyse erken dönmesi gerektiğini bilirdi. Oyalanmazdı. Bu tip yazmalar sineye yada dudağa da sürülmüş olurdu. Bu yüzden mahrem sayılırdı.
Birinin Umran'a yazma verdiği belli olmuştu. Üstelik hastalığı boyunca hiç elinden bırakmamıştı. Hiç elinden bırakmamıştı ya, Babürşah kaç kez onu elinden alıp, yüzünü gözünü silmek istemiş ama baygın halinde bile elinden alamamıştı. Bazende onun sağ olup olmadığını anlamak adına, yazmayı çekiştirdiği bile olmuştu. Bu dağ kurdunu hangi kız, hem de Salur'dan böyle derinden vurmuştu diye şaşmadan da yapamıyordu. Bu iyi bir gelişmeydi aslında. Umran zor ölürdü artık. Kaldı ki  bu çevre, arkadaşı adına artık hayli mesafe alınmış bir sevdayı da işaret ediyordu. İnşallah yanılmazdı.
Aradan iki saat geçti geçmedi ki ev sahibi ile arkadaşı Doktor çıkageldi.
Doktor, gençten, koşar gibi yürüyen, çalımlı ve çok seri hareket eden sarı marı bir bayandı. Yanındaki büyükçe siyah çantasını yere bırakmadan, tek eliyle mantosunu yere attığı gibi, Umran'ın yorganını açmıştı. Kimseye eyvallahı olmayan, dobra ve çok bilmiş bir hali vardı. Zaten kimseyle de selamlaşmamıştı.
İlk intibalarıyla, birşeyler mırıldandı ama Babürşah dahil sadece iki kelime duyabildiler; " eyvah eyvah!.." 
Çantadan yedi sekiz kadar serum poşeti çıkarıp, ilk iş damar yolu açmak oldu. Serum takıp, duvara çaktırdığı uzunca bir çiviye astı. Sonra sabun, kaynatılmış sıcak su istedi. Bir kaç şişe kan durdurucu yada sterilizasyon şişesi çıkardı. Eldiven takıp,  paket paket katlı gazlı bez, silme bezleri, birkaç çeşit makas, bisturi, pens, birkaç tip ama onlarca dikiş iğnesini genişçe bir steril beze yayıp, sırasıyla ve hiçbir panik alameti göstermeden çalışmaya başladı.
Merminin girmiş olduğu arka sağ omuzda fazla bir işlem yapmadı. Zaten o kısımda yuvarlakça, bir santimi geçmeyen ve bir kızartıdan ibaretmiş gibi görünen küçük bir izden başka bir şey de yok gibiydi. Ama yaranın ön tarafı yani omuzla göğsün birleştiği kısım gerçekten perişandı.
Daha ilk temizlemede birkaç kemik kıymığı da çıkarıp sahana attı. Yara civarında yapış yapış olmuş deri ve yumuşak alt dokuyu teker teker parçalarından ayırıp, parmaklarıyla kemik dokusunda ki tahribat üzerinde hayli uğraştı. Ona Zeynep yardım ediyordu. Pens arasına sıkıştırdığı steril bezi, Doktorun işaret ettiği dokuya sürüyor, yenileriyle değiştiriyordu. Öyle böyle neredeyse, bir leğen dolusu kanlı bez yada pamuk birikmişti.    
Umran baygındı. O yüzden, dikişleri atarken herhangi bir narkoz yada ağrı kesici kullanmadı. Yada kanamayı artıracağından endişe etmişti. Babürşah ve Mehmet'e  nabzını tutma ve uyanma ihtimaline karşı kol ve bacakları kontrol görevi vermişti. Ev sahibi kız, arada göz kapaklarını açarak doktora gösteriyordu.
Dikiş safhasındaydı ki, nihayet konuşmaya başladı… Babürşah'a atfen, alaycı bir üslupla ve teker teker konuşuyordu.
? Maşallah, şehirde taş taş üstüne bırakmamışsınız. Sadece ' hürriyet meydanından' on yedi ölü taşındı hastaneye. Temiz iş!.. Ameliyathaneye oradan tek yaralı ulaşmadı. Belediye başkanı ve askeri valide vurulmuş deniyor ama bizim tarafa getirmediler. Doğru mu değil mi, henüz bilen yok. İnşallah işi yarım bırakmamışsınızdır!..  İstasyon ve trafolar tarafında yoğun dumanlar yükseliyor. Büyük yangınlar var. Şimdilik altı yedi yaralı gördüm. İş iyi de, niye bu kadar geç kaldınız?..  Hep bugün yarın, bugün yarın denerek, bu halk unutuldu. Bu eylemler aylar önce yapılmalıydı. Belki biraz erken akılları başlarına gelirdi. Tepki olmayınca bu mazlum halka yapmadıklarını bırakmadılar. Her gün onlarca çocuk, kadın, yetişkin ölüyor bu şehirde. Haberiniz var mıydı bundan?.. Yatıp kalkıp sakal, bıyık mı büyütüyordunuz yoksa?..
İşini bitirmiş olmalı ki dikişleri tekrar tekrar hafif temaslarla ovalayıp, kalp hizasından yukarısını, boynu da içine alacak tarzda kalın kalın sardı. Adeta balya gibi olmuştu Umran. Göğüs yukarısı yekpareydi.. Her kademeyi ayrı ayrı bantladı, pamuk takviyeler taktı. Eldivenlerini çıkardı. Hastanın göz bebeklerini tekrara tekrar kontrol etti, nabzını saydı. Sonra, "yarım saat kadar beklemem gerekiyor!" diye, kendi kendine söylendi.
Ev sahibi kız;
? Farah, sana bir çay getireyim... Ellerine sağlık. Elim ayağım tutmaz oldu. Uyanır değil mi uyanır!..
? Merak etme Zeynep. Benim ellerim deydi ya!.. Daha ne?.. Bunlar Karaduman'lı kayalarıdır. Yuvarlanır ama parçalanmazlar. Gelki bu mudahalenin hastane ortamında yapılması gerekiyordu ama 'el arı düşman karı' işte... Korkma iyi olacak, olacak olmasınada hayli zaman alacak görünüyor...
Bir yarım saat böylece geçti. Umran hala baygındı. Bu arada, bir kaç kez daha baktı göz bebeklerine. Genel durumunu gözledi, ağzına derece koydu, nabzını saydı. Sonra da;
? Ben şimdi gitmek zorundayım. Malum, hastane ana baba günü. Annemin şekeri yükselmiş diyerek çıktım, ameliyathaneden. Ancak kısa bir süre yokluğuma katlanılabilir. Zaten uzunca da sürdü bu iş. Bu kadar tahmin etmiyordum. Mermi içerde kalsaydı bu kadar tahribat olmazdı. Zeynep, güzelim şu serum poşeti kontrol edilmeli. Dibinde şöyle çok az miktar kala, bir yudum falan, borunun ucundaki kıskacı sıkıp, yenisi takılmalı. Sonra ayarı, damlaları say, ona göre o kıskaçtan ayarla. Şişme olursa serumu kapat. Birde sana göstereceğim şu ampullerden değiştirilen her poşete enjekte etmek gerekiyor. Ateşi yükselebilir. Bu durumda şu ampullerden sadece biri, bak yazmışım zaten damar yolu olanından seruma katarsın. Ben her fırsatta geleceğim… Sizin okullara, üç günlük kapanma kararı alındı zaten. Olağanüstü hal vardı, şimdi sıkıyönetim ilan edilebilir.
Talimatları bitince yine o alaycı tavrına büründü Farah. Mantosunu giyinirken Babürşah'a şöyle dik dik baktı. Babürşah içinden hayli minnettarlık hissetmesine hissediyordu ama bir yandan da; " aldık belayı!.." Diye, düşünmüyor değildi.
 Doktor her fırsatta iğneliyordu O'nu. Ama her seferinde, 'canı yanmışlığa' yordu bu sitemleri. Kızmıyordu. Nede olsa Zühre sultandan alışıktı, bu tip çıkışlara. Sadece gülümsüyordu ama doktorun içini okumasının mümkün olmadığını biliyordu.
? Siz zamanında gelmediniz ama biz zamanlamayı çok iyi biliriz.
Diye son siteminide yapıp kapıya yöneldi.
Babürşah;
? Kardeşim nasıl Doktor?.. Ne zaman uyanır?.. Yarası çok mu ağır?..  Gibi, peş peşe sorular sorduysa da, Farah sadece " iyi, iyi, iyi olacak" diye, alelusul bir cevapla acele acele ayakkabılarını giyinip çıkmıştı…

  * * *

9
Yirmi dokuz gün geçti. Yeni bir Belediye Başkanı ve garnizon komutanı atandı. Şehrin üst görev kademelerinde hemen hemen her koltuk 'sahip' değiştirdi. Hükümet başkanı ve İçişleri Bakanı kısa sürelerle birkaç kez Moskova'ya gitti, geldiler. Olayı takip eden üç gün sokağa çıkma yasağı konuldu. Ana caddelerde tanklar gövde gösterileri yaptı. Rus hava kuvvetlerine ait savaş uçakları günün hemen her saatinde şehir üzerinde alçak uçuşlar yaptılar. Zaten sıkı olan kimlik kontrolleri, bu günler daha da sıklaştırıldı. Şehrin tüm çıkışları kilometreler boyu tutuldu. Ama ilk kez, bu sefer ihbarlara itibar etmediler. Ne sokaklara, ne varoşlara sokulmadılar. Günün muayyen saatlerinde yapılan ve halk tarafından "yine eşekler anırmaya başladı" şeklinde nitelenen makineli tüfek atışlarından, tankların halkın gözüne gözüne vurdukları cadde turlarına kadar hepsine ara verildi.
İlginç olan bir diğer uygulamaları ise, ekmek gramajlarının artırılması oldu.
Kapalı eczanelerden önemli bir kısmı, daha ziyade merkeze yakın olanların sayısı artırılıp, marketlerde ki geleneksel ilaç satışları eskiden olduğu gibi serbest bırakıldı. Yine ana arterlere yakın sokaklardan başlayıp, kar ve çöp temizliği yapmaya başladılar. Sokak köpekleri ve kediler toplandı. Pazarlarda et satışları başladı ama bu satışlar şüpheli menşeyleri nedeniyle itibar görmedi.
 İstasyonda on onbeş gün boyunca  muhafaza edilemeyen kış sebzeleri, meyve ve patatesler kısmen talan edilebildi ama konu kendiliğinden de çözülmedi değil hani!
Hükümet halinde beş paraya satışa kondular.
 Kömür işletmesi isteyene vadeli kömür satışını başlattı.
Kısa sürede, daha bir takım karikatür kollarla halkı kucaklamaya çalıştılar.
Ama insanların canı o kadar yanmıştı ki, bu sahte serenatların hiç birine itibar etmediler.

Yorum Ekle
Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır
Yorumlar

   Bu yazı henüz yorumlanmamış...

Yazarın Diğer Yazıları
Sayfa başına gitSayfa başına git
Masaüstü Görünümü  ♦   Künye
Copyright © 2024 Erzurum Gazetesi