Başbakan Erdoğan’ın AK Parti 3. Büyük Olağan Kongresi için bulduğu ”Biz Birlikte Türkiye’yiz” sloganındaki sözler anlamlı ve gündemle çok alakalı.
Öyle ya onlarca yıldır fitne ve bölücülükle beslenen, yabancı servis ajanlarının ustaca geliştirip uyguladıkları şeytanı planlarla canavarlaşmış kızıl alevde kaynayan, bir cadı kazanı vardı ülkemizin Güneydoğusu’nda.
Üstelik kazanda kaynatılan canım Ülkemizin kendi evlatlarının yanı sıra umudu, beklentileri, geleceği, ekonomisi, iç ve dış dinamikleriydi. İhanet tohumları yeşermeye ve malzemesi insan olan bu kızıl alev Türkiye’nin canını yakmaya başlayınca sinsi gülüşler, yerini keyifli kahkahalara bırakmıştı. Kardeşlik ve birlikte yaşama arzusuna kurulan bu kahpe tuzak, sağduyunun boğazında düğümlenmiş kötü bir yutkunma acısı veriyordu.
Kurtlar Vadisi’nin Polat Alemdar’ı ve Tek Türkiye’nin Doktoru Tarık, bu hain planı ekrandan biraz deşifre ediyorlar, öteden beri var olan dış güçler paranoyasına farklı bir kurgudan derin bir hikaye taşıyorlardı ekrana.
Bunlar hiç de ıskalanacak ve küçümsenecek şeyler değildi. Devlet içindeki çürümeden tutun da, Türkiye’nin içinde bulunduğu bir güvenlik ve hatta bağımsızlık promlemlerine ilişkin tam isabetli vurgular yapıyorlardı.En azından toplum, yıllardır adından söz ettiği dış güçlere ve onlara karşı koyan vatanseverlere birer karşılık buluyordu ekranda. Hayalden öte iki tarafın da isimsizleri şimdi ete kemiğe bürünmüş ve öylece çıkıvermişti ekranda karşılarına. Bir tarafta Polat Alemdar ve Tek Türkiye’nin Doktoru, karşıdakiler de yabancı veya yerli isimlere sahip ötekilerdi.Yani toplum bir anlamda içinde sakladığı ve adlandıramadığı dost ve düşmanlarını artık ekranda şekillenmiş olarak görüyordu. İşte dış düşmanlarla yerli işbirlikçileri ve onlara karşı amansız mücadele veren kahramanlar tam da karşısında duruyordu. Türkiyeyi karıştıran hain ve düşmanlara Polat Alemdar ve Tek Türkiye’deki Tarık bir güzel derslerini veriyordu. Ancak rol icabı ölen hainler bizim oyunculardan başkası değildi.
Gerçek Conlar ajanlar ülkemizde hala cirit atıyor, belki de bu dizileri izlerken ölme sırasının kendilerin asla gelmeyeceğini düşünerek, bir Amerikan veya bilmem ne kahkahası atıyorlardı.
Elbette kurguya yani uydurmaya dayalı filmler gerçekleri biraz vurgulayabilir ancak onları asla değiştiremezdi.Bunu değiştirecek olan toplumun bizzat kendisi ve onu idare eden siyasi iradedir.
İşte yazımın başında vurguladığım Başbakan’n “Biz Birlikte Türkiye’yiz” cümlesi bu açıdan çok önemli ve içeriği dopdoludur. Kongrede yaptığı iki saati aşkın konuşmasında Başbakan bu sloganının hakkını vermiştir. Filmlerin hayali kahramanları siyasi otoriteye göndermeler yapsa da Başbakan ülkemizde dönen dolapların çoktan farkına varmıştı bile. Devlet babanın kendi evlatları olan milletini koruma refleksi, Başbakan’ın sloganına ve konuşmasına ilham kaynağı olmuştu. En yüksek siyasi otorite olan Başbakan’da şekillenen bu iç ve dış güvenlik refleksine rağmen devletin bir çok konuda harekete geçemeyecek kadar felçli olduğu kanaatindeyim. Yazımızda dizilerden de bahsetmişken dilerseniz yine ekrandan bir örnekle ekran pisliklerine tepkimi koymak istiyorum.
Reklamların haşarı kızı Özgü Namal, Kanal D’nin dizisi Hanımın Çiftliği’de baş rol oyuncularından. Özgü, sevdiği erkeğe kaçmış fakat babası tarafından bulunarak geri getirilmiş ve cezalandırılmış bir genç kızı canlandırıyor.Olay mahkemeye intikal etmiş ve içinde cinayet de olan bu kaçırma olayı için baba hakime ifade vermektedir. O sırada evde cezalı olarak tutulan kız bir yolunu bulup kaçarak,mahkeme salonuna aniden dalmış ve babasının hakime olayı anlatan birkaç cümlesinden sonra “Yalan” diyerek öne atılmıştı. Aynı hışımla kız “Hakim bey babam olacak bu alçak şerefsiz namussuz adam yalan söylüyor” diyerek sevdiği erkeği savunuyor.
Benimse izlerken adeta kanım dondu. Ekranda bir babaya yapılmayacak hakaretlere şahit oluyordum. Bu şaşkınlığım filmin tu kaka olduğunu göstermez elbette.Ancak başrol oyuncusuna,yani gençlerimizin ve çocuklarımızın hayranlıkla ve hatta özentiyle izledikleri, sevimli gösterilen bir uyuncuya bu repliği yüklemek biraz sorumsuzluk olmaz mı? İyiyi ve kötüyü ayırmada çok da seçici sayılmayan bir seyirci profili var ülkemizde. Filmlerde genellikle iyiyi canlandıran, esas oğlanla esas kıza senaristler tarafından yüklenilen dialoglar, aynı zamanda onların rollerindeki karakterlerini de belirler.Bazen bu iyilerin yerlerine kendimizi koyar,çoğu zaman da etkileşiminden kurtulamayız. O zaman iyiler örnek alınabiliyorlarsa,onlara da “ağzından çıkanı kulağı duyan” türden replikler yazılmalı değil mi? "Kötü laf sahibinindir." anlayışından bakacak olursak,onları gerçek sahiplerine,yani filmlerinizdeki kötü karakterlerinize yüklemeneniz daha doğru olmaz mı?
Eminim o sırada ülkemizin yüzbinlerce genç kızı ve çocuğu iyiden! çıkan bu çirkin laflara şahit oluyordu.
Kimileri şimdiye kadar kutsalı olan babaya “demek böyle laflar da söylenebilir” yatkınlığına meylederken, kimileri tertemiz dimağlarına saplanan bir bilinçaltı yönlendirmesinde, kötü bir örnekle ilk kez yüzleşmenin karmaşıklığını yaşıyordu iç dünyalarında.Ve eminim ki binlerce baba da benim gibi bu ekran çöplüğünden yayılan fena kokuyu içine çekiyordu o an.Yine eminim Devlet Baba’nın RTÜK eli de bunu izliyor ancak felçli refleksinden dolayı kıpırdamıyordu.
Sayın Başbakan toplumun birlikte yaşama arzusuna vurgu yaparken aynı zamanda devletimizin felçli organlarını da harekete geçirecek tedavilere de bekliyoruz. Her nasıl ve ne şekilde olacaksa.
nail amudi 19 Ekim 2009 Pazartesi 14:44
|
Gürhan Özorhan 17 Ekim 2009 Cumartesi 18:56
|
bilge 17 Ekim 2009 Cumartesi 18:24
|
zekiye 15 Ekim 2009 Perşembe 22:25
|